Faşizm yokmuş gibi çek 'pampa'

  • 09:07 9 Temmuz 2023
  • Medya Kritik
Reyhan Hacıoğlu
 
HABER MERKEZİ - Çetin bir kavgada medyanın kritiğinden ziyade dönüp ne diyemediğimize ve neden diyemediğimize odaklanmak bu dönemin yaratıcı yayıncılığı için ideal bir yol ve yöntem olabilir. Sadece biraz emek ve bolca cesaret ile! Bu aralar çokça revaçta olan tanımı ile; eleştirerek ve özeleştiri vererek! Yoksa tam da bu "adamların" İstanbul Sözleşmesi'ne "Çok şükür yine hayır dedik" diyerek çektikleri karaler öyle çoğalır. 
 
Eğrisi doğrusu ama en fazla da faşizmle geçen bir yüzyılın ardından 'çok şükür' yeni bir yüzyıla girmiş bulunuyoruz! Herkes çeşit çeşit analizler yaparken, sosyolojik çözümlemeler havada uçarken ve en çok da herkesin her şeyi bildiği bu yüz yılda belli ki çok “eğleneceğiz.” 
 
Peki, hazır mıyız buna?
 
Kadın kazanımları hiç olmadığı kadar saldırı altında iken ve aslında hepimizi birçok tehlike beklerken “bizde” hava hiç olmadığı kadar rahat karşıda ise zaten çoktan başlamış bir “saltanat” sürüp giderken, sanırım bildiğimiz yanıldığımıza yetmeyecek. 
 
Kadınlar, her sürecin en çok da bu sürecin dinamosu iken sol sosyalist basın en kötü sınavını veriyor. Kadın haberciliğinin, kadın görünürlüğünün öznenin kadın olmasıyla çözüm bulduğu bir anlayışta ne yazık ki kadın özgürlüğü, özgürleşmesi de çoğu bir slogandan öteye geçemiyor bir süredir.  Yapılan birçok analizde ki, hakkını da vermek gerek, toplumun değişimi, dönüşümü anlatılıyor ama basına da bir yerinden bakmak gerek sanki. 
 
Yok, valla ben de edemiyorum; Oturup bir analiz yazayım ama en azından düşünmek açısından belki bir yerden başlanabilir. 
 
Şuradan başlayayım o zaman;
 
“Onlar” kadın kazanımlarına saldırıyı zafer pozlarıyla paylaşırken, “Biz'de” kadın cinayetlerinden öte değil kadın görünürlüğü uzun bir süredir.  Cins, cinsiyet, erk-erkeklik kavgasının sağda hiç duyulmaması kadar solda da çoktan rafa kalktığını ya da bir yere kadar elde edilen öğrenilmişliğin dondurulması sonucu aslında duraklama devri yaşadığını görmek gerek. 
 
Kurumlar başta olmak üzere çok uzun süredir ezberlerin yaşandığı bir mücadeleden sağlıklı bir gelişim beklemek de belki haksızlıktır. Ancak iddiası olan hiç olmazsa sonraki kuşaklara, çok bedel vermiş bir halka ve en çok da kadınlara kazanılmış bir dünya borcu olan herkesin daha keskin mücadele etmesi gerek yanlışlarıyla. Ki basın da uzağında değil bu işin. 
 
Bu noktada; 4 güçten 1'inci güce yükselen kitle iletişim araçları, kadın mücadelesi ve görünürlüğü noktasında gittikçe geriye bir yol alıyor. Dilde ve anlatımda bir nitelik kazanılsa da istenilen ve beklenilen noktadan her şey o kadar uzak ki.
 
Muhalif basın yeni bir inşanın da ideolojik örücüsüdür. O yüzden en büyük kavgaların da burada verilmesi gerek. Kaçmadan, -mış- gibi yapmadan ve tam anlamıyla emek vererek. 
 
Yayıncılık bir süredir dar bir alana sıkıştırılırken, ezberlerin dışına çıkamıyor, var olanı ve verili olanı tekrar edip duruyor. Ya da kavramsal kargaşa sonucu birçok yanlış şeyin güzellemesi ile karşılaşabiliyoruz günlük olarak. 
 
En kötüsü ve sinsi olanı da bazı kavramları karıştırmak anlam kazandırmak yerine verili rolleri pekiştirmeye yardımcı olmak. 
 
Örneğin;
 
"Ekonomik özgürlük" olarak tanımladığımız birçok haberin kadınlara biçilen rolleri pekiştirdiğini ya göremiyoruz ya da farkında değiliz. Zira kadının tercihi olmayan ve karşılığını istediği şekilde kullanamadığı hiçbir şey herhangi bir özgürlük değildir. Bize biçilen roller kapsamında yapılan bir iş ya da eve bir katkıdır en fazla. Ötesi değil.
 
Ya da "sistemle mücadele" diye verdiğimiz örnekler. Bizi her gün vuran, kıran, öldüren, yabancılaştıran bir sistemle mücadele etmek kolay olmadığı gibi örgütlü olmadan da olamaz görmek ve böyle anlatmak lazım. Yaptığımız şey bir emeğin pazarlamasıdır aslında o kadar. Yoksa bireysel bir merakın, ya da emeğin elbette tek başına da anlamı ve önemi vardır ama bunu "sistemle mücadele etmek" olarak anlatamayız. Bu bir yanılgıdır. Kimseyi de buna düşüremeyiz.
 
"Eril kodları kırdı", "Baskılara rağmen", "Yapamazsın denileni yaptı", "başardı" ...  gibi gibi birçok kullanılan kelime ya da kelimeler dizisi en başta toplumsal bir kabullenişle ile başlamadır bir habere. Olanı vermek ve onu ortaya koymak yerine sürekli karşısıyla ki bu karşısı kadınları zayıf, eksik ve yetersiz gören bir yerden, kıyas yapmak, buna karşı bunu başardı demek en başta özneye haksızlık sonra yapılan işe anlam kazandırmaktır. 
 
Kadınlar, kadın mücadelesi, kadın kurumları, örgütleri, oluşmaları birçok tartışmayı geride bıraktı bedellerle. Ki ortaya çıktı ki kadınlar güçlü olan, üreten, emek veren, gören, hisseden. Tarihin "piçliği" ve "pisliği" yüzünde gün yüzüne çıkmamış kadın tarihini okuyamadığımız için erkek dünyanın argümanları hala alt bilinçlerimizde yer alıyor. Oysa bir olayı ve olguyu karşıtıyla kıyas yaparak vermek bir yerde toplumsal bir kabulü de yeniden hatırlatmak ve üretmek anlamına da gelir.
 
Ya da haberin özneleriyle yapılmayan haberler;
 
Misal asgari ücreti işçi sendikası yerine memur sendikasına soramazsınız. Emek haberini tarım işçisi yerine komisyoncu ile konuşamazsınız. Yani olayın asıl öznesi olmayan herkesin verebileceği bilgiler yanıltıcı olabilir. Dikkat etmek lazım! Meselemiz haberi vermek değil, doğru haberi vermek.
 
Bunlar çoğaltılabilir elbette. Ama özcesi kavramlar ve anlamları bir yere oturmuyorsa bir inşadan söz etmek mümkün değil. Hele bu yeni yüz yılda herkes bize karşı iken. O yüzden yeniden ve yeniden öze dönmek gerek!
 
Bir erkek arkadaş bir süre kadın haberleri yapınca tam olarak şu cümleyi kurmuştu: Erkekler bugün ne kadar çok kadın öldürdü! Özet bu. 
 
Her gün çok ölüyor, çok saldırıya uğruyoruz. Örgütlülük önümüzdeki temel hedef denilen analizlerden çıkarken, çıkmamız gerekirken nasılı ve neyleyi de iyi görmek, örmek gerekir. İşte bu noktada basın en büyük araç.
 
Misal; Özel savaş nedir, kadın bedenin sömürge olarak görülmesi nedir, toplumsal roller nedir, nasıldır, şiddet nedir, nasıldır derken bildiğimiz ezberleri de yeniden gözden geçirmek gerekiyor belli ki. Eğer sözün hükmü kayboldu deniyorsa söze anlam katmak gerek. Anlamı özle buluşturup, pratiğe dönüştürmek. Ki bu da başka bir dünya mümkün diyen herkesin görev ve sorumluluğu. 
 
Önce var olanları gözden geçirmek, eski olanları güncellemek, işe yaramayanları atmak gerek. Yeni bir inşa yeni bir dili ve anlamı da gerekli kılar. Herkes yeni bir yol ve yöntem arayışında iken basın kendini bundan uzak tutamaz. 
 
Kadınların direnişlerini görmek, yanlarında olmak ve bizzat “sözcüsü” olmak en önce ortak bir mücadele ve kendini derinlikli bir gözden geçirme ile olabilir. Yoksa her saldırıdan sonra çekilen gurur pozları dolacak yakında her yer.
 
Kurdistan'da inkar, imha, tecrit, asimilasyon, özel savaşın getirdiği fuhuş, uyuşturucu, yozlaştırmayı görmek yetmiyor sadece, mücadele dili de inşa edilemiyorsa sorun. Türkiye'de emek sömürüsü, açlık, yoksulluk, taciz, tecavüz, katliam ve bireysellik görülüp yeni bir yöntem aranmıyorsa sorun. Elbette asıl iş toplumsal dokuyu inşa edenlerde ama doğru bir yayıncılık bazen her alana da yön verebilir, görevini hatırlatılabilir. 
 
Mesela;
 
"Suskun sarmalı"; Bir kişinin/grubun savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun (okulda sınıf, fabrikada soyunma odası, orduda yemekhane, belediye otobüsü, akraba ziyareti, hastane koridoru vs.) “genel geçer” kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer. 
 
 Edebiyattaki adı "Kırmızı Pazartesi", 
 
Realitedeki adı ise Merdan Yanardağ. 
 
Nasıl; Kırmızı Pazartesi'de bütün kasaba o pazartesi adamın öldürüleceğini bilir ama ses çıkarmaz ve beklenen gün gelince cinayet işlenir. Güzel kitaptır!
 
Ya da;
 
Merdan Yanardağ’ın böyle bir şey miydi bilinmez, yani bunu yıktı mı? Ama ortada olan şey, herkesin her şeyi bildiği ama sustuğu. Tecrit insanlık suçu bu kadar net ve kendine demokratik diyen bu ülkenin yasalarında da haklar var. Olayın mantığı çok basit ve bulanıklığa yer vermeyecek kadar da berrak. Sorun dile getirmede. Kaldı ki "dost", düşman herkesin sakındığı bir konuya dönüşmüş durumda.
 
Muhalif basın en önce korkularıyla yüzleşmeli belki de bu yüzden. İnsan haklarından yana olmak, insan odaklı haber yapmak nedir ve nasıl yapılır diye.
 
Yine öznesi olan basında, yani bu kıyıda ise uzun uzun süredir aynı dil, aynı cümle ve aynı bilgilerin dışında bir yenilenme görülmüyor. Demek ki etki gücü yaratacak yeni bir dil, yeni bir anlatım lazım. Yoksa kütük gibi söyleşiler, birbirinin tekrarı cümleler uzar gider. Değil okumak, bazen görmek bile yorucu bazı haberleri.
 
Bu örnekler en temel gündemler olduğu için söyledim ama onlarcası üretilebilir. 
 
Hayli uzadı ama son bir iki şey söyleyip kaçayım. 
 
Althusser devletin zor ve rıza aygıtlarından bahsederken asıl işret ettiği rıza araçlarıdır. Zor olan yani baskı uygulayan aygıtlar hemen fark edilir ve zaten bir şekilde karşı gücü de oluşturur beraberinde aslında.
 
Ancak; en önemlisi olan rıza üretimidir ki iktidar/ların kendi çıkarlarını toplum çıkarı olarak pazarlamasının yegâne yollarından biri kitle iletişim araçlarıdır. Yani uyanık ve doğru habercilik yapılmazsa karşısına hizmet eden bir yayına dönüşür her şey kendiliğinden. 
 
Bir diğer önemli kavram olan ve ince düşünülmüş bir tehlikeye dönüşen kavram ise; Hegemonya. Kuşkusuz dilbilimci Antonio Gramsci çok daha iyi açıklıyor ama, Vikipedia; "baskın sınıfın boyun eğenlerin izniyle gücü kazanması olarak bahsedilmiştir. Zoraki bir yönetim olmayan hegemonya daha çok burjuvazi değerlerine göre işleyen kültürel ve ideolojik bir metot olarak anlaşılır. Politik ve ekonomik boyutu vardır: müsaade; maaş, ücret artması ve politik veya sosyal reform ile idare edilebilir.
 
Siyasal içeriğini, bir sınıf ya da sınıf ittifakının toplumsal iktidarını yani egemenliğini ilan ve tesis etme aşamasında, aslında birer toplumsal özne olan diğer sınıfların çıkarlarının da bu iktidar tarafından gerçekleştirileceğine inandırılması ve böylece sınıfsal iktidar mücadelesinden vazgeçerek ya da bu mücadeleyi izin verilen sınırlar içerisinde ve hedef doğrultusunda yürüterek bir "toplumsal özne" olmayı askıya alıp, bir "toplumsal nesne" olmayı kabullenmesi, oluşturur. Özetle; sınıf iktidarının zor aygıtlarının kullanılması dışında ya da yanı sıra, ideoloji alanında da gerçekleştiğini vurgulamak için kullanılır." olarak tanımlar ki bu tanım bile yeterlidir. Yani araç amaca hizmet etmiyorsa en önemli silaha dönüşebilir zamanla kendine dönen!
 
Velhasılı, çetin bir kavgada medyanın kritiğinden ziyade dönüp ne diyemediğimize ve neden diyemediğimize odaklanmak bu dönemin yaratıcı yayıncılığı için ideal bir yol ve yöntem olabilir. Sadece biraz emek ve bolca cesaret ile! Bu aralar çokça revaçta olan tanımı ile; eleştirerek ve özeleştiri vererek! 
 
Yoksa tam da bu "adamların" İstanbul Sözleşmesi'ne "Çok şükür yine hayır dedik" diyerek çektikleri karaler öyle çoğalır ki. 45 çocuğa ENSAR Vakfı'nda tecavüz edildiğinde bu konu araştırılsın önergesine, AKP'lilerin kadınlı-erkekli "hayır" dedikleri kahkahalı o pozu da henüz unutulamamışken üstelik!
 

Etiketler:

Okumadan geçme!