‘İsyan ve itirazımızı 1 Mayıs meydanlarında dile getireceğiz’

  • 13:43 29 Nisan 2024
  • Siyaset
 
ANKARA- Meclis’te güncel gelişmelere ilişkin  değerlendirme yapan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, iki gün sonra kutlanacak 1 Mayıs’a ilişkin “Biz kadınlar, emeğimiz haklarımız için işyerinde taciz ve mobbinge uğramamak için işten çıkarılan ilk kişi olmamak için eşit işe eşdeğer ücret almak için emeğimiz bedenimiz ve kimliğimiz için alanlarda meydanlarda olacağız. Bu erkek devlet şiddetine, patron, koca, babanın el ele verip bizleri ve emeğimizi sömürmesine karşı isyan ve itirazımızı 1 Mayıs meydanlarında ifade edeceğiz” dedi. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit Meclis'te güncel gelişmeleri güncel gelişmelere ilişkin basın toplantısı yaptı.  
 
‘MEB müfredatı AKP’nin dindar ve kindar nesil yetiştirme projesinin ürünü’
 
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) eğitim uygulamalarını değerlendirerek konuşmasına başlayan Gülistan, “Bütün Türkiye'deki öğrenci velilerine de mevcut bakanın icraatları devam ederse çocuklarınızı bu bakanın uygulamalarından nasıl koruyacağınızı hepimizin beraber düşünmesi ve tartışması gerekiyor. Modele gelecek olursak değerli arkadaşlar çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir eğitim paradigmasını aslında hep beraber inşa edebiliriz. Bunun imkânları fazlasıyla mevcut fakat bunun aksine Milli Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye yüzyılı başlığıyla askıya çıkardığı bir model tam anlamıyla bir skandalı içeriyor. Tekçi olan rejimi daha da tekçi hale getirmeye ve istedikleri makbul vatandaşı okuldan başlayarak yetiştirmeye dönük bir müfredat olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. İlk eleştirinin diğer çevrelerce ilericilik gericilik meselesine sıkıştırılmasını doğru bulmuyoruz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin din ve dinsel örgütlenme ile geliştirdiği simbiyoz ilişkiyi görmezden gelen bir anlayış olduğunu görüyoruz. Mesele sadece ilericilik ve gericilik olarak ele alınamaz. Mesele AKP’nin 2071 hayalleriyle örtüşen dindar ve kindar nesil yetiştirmeye yönelik paradigmasını yaşamsallaştırmasıdır” sözlerini kullandı.
 
‘Milli Eğitim her zaman bir tipoloji yaratmaya çalışıyor’
 
Bu tarz bir müfredatın çok tehlikeli olduğunu dile getiren Gülistan, “Yakın tarihte yetişen kuşaklara baktığımızda ki ben de o kuşaklardan biriyim hiç birimiz özgürlükçü laik çoğulcu bir ortamda yetişmedik. Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün müfredatına baktığımızda milli eğitim sistemine baktığımızda her zaman bir tipoloji yaratmaya yönelik bir aklı olduğunu görüyoruz. Genel olarak bu farklılıkları yok etmeye yönelik, farklı halkları inançları ve mezhepleri çoğunluk içerisinde eritmeye yönelik bir müfredat var. O anlamıyla bir hedef insanı var aslında bütün sistemin kendisinin. Fakat AKP dönemiyle bunun daha da ilerletildiğini ve tam bir dinci motivasyonla bu işin ele alındığını görmek mümkün değerli arkadaşlar. Şimdi yüzyıldır halkları, toplumsal kesimleri, toplumsal sınıfları, inançları, kültürleri ve her şeyi eritmeye çalışan bu sistem yeni bir aşamaya geçti ve bu yeni aşamayı da bir model olarak aslında ilerici bir model olarak ya da en azından kendileri açısından vizyonel bir model olarak topluma anlatmaya ve bunu ifade etmeye çalışıyorlar ki bunun hiçbir şekilde doğru olmadığını ifade edelim” diye konuştu.
 
‘Kapitalizmin ihtiyacına göre insan gücü yetiştirmeye dönük bir yaklaşım’
 
Konuşmasının devamında Gülistan şunları söyledi: “Çok uzun süredir AKP’nin eğitimdeki meselesi ikili bir ayak üzerinden yürüyor. Birinci bir dindar ve kindar nesil yetiştirmek. İdeolojik saikle yürüttükleri bir mesele var. Makbul bir vatandaş kimliği inşa etmeye çalışıyorlar. Diğer yönüyle kapitalizmin ihtiyacına göre sermayeye insan gücü yetiştirmeye dönük bir yaklaşımları var. Daha önce de söylemiştim okul-fabrikaya dönüşümüydü. Şimdi öğrenci işçi modeline geçiş var. Okullar fabrikaya dönüştürülmüş durumda, artık sanayi sitelerinin içine yapılıyorlar ve öğrenciler artık öğrenci değil her biri çocuk işçi. Çocuk işçiler de piyasaya yeni can suyu olmaya, sermayenin ihtiyaçlarına göre beceri kazandırılmaya ve isteme bir şekilde entegre edilmeye çalışıyorlar. Bu modelin neoliberal bir model olduğun ifade etmemiz gerekiyor. Oluşturdukları modeli bir hafta içinde askıda tuttular. Sivil toplumun, üniversitelerin,  akademisyenlerin, siyasi partilerin, veli derneklerinin ve diğer bütün çevrelerin katılımına kapattıklarını görüyoruz. O anlamıyla çoğulcu ve katılımcı değil. Yani yine AKP’nin hızlı bir şekilde oldu bittiye getirdiği bir süreçle karşı karşıyayız.
 
Eğitimdeki yapısal sorunların giderilmesi gerekiyor
 
Eğitim dediğimiz bütün toplumu gelecek nesilleri ilgilendiren bir meselenin sadece bakanlık ve AKP eliyle yürütülmesi doğru mudur? Tabii ki değildir. Bu akıldan hızlı bir şekilde geri dönülmesi ve gerçekten yeni bir müfredat yazılacaksa eğitimdeki yapısal sorunların öncelikle giderilmesi gerekiyor. Bu sorunları konuşmak, tartışmak ve bu sorunlara çözüm önerileri geliştirmek için akademisyenlerin üniversitelerin sivil toplumun siyasi partilerin, velilerin öğrencilerin katılımıyla yeni bir süreç başlatılması ve bunların konuşulması gerekiyor. Yoksa sadece Türkçe’ye, Türklüğe, Müslümanlığa, Müslümanlığın da bir mezhebine indirgenmiş bir sistem aklı ve bir eğitim müfredatının bu ülkede yaşayan bütün halkları, bütün inançları ve bütün toplumsal kesimleri dışladığını ve bu anlamıyla da ayrımcı ve ötekileştirici bir müfredat programı olduğunu bu süreci daha da derinleştirdiğini söylememiz gerekiyor. Oysa ki 31 Mart seçimleri sadece bu ülkede yaşayan işçilerin, emekçilerin değil aynı zamanda bütün bu motivasyonla yürütülen eğitim sistemine yönelik de ciddi bir itiraz, ciddi bir ret olarak okunması gerekiyor. Ve bu itirazın da bu süreç yapılırken, yürütülürken göz önünde bulundurulması gerekiyordu ama ne yazık ki bütün bunların göz önünde bulundurulmadığını görüyoruz. 
 
3. Yol perspektifimizle yeni bir eğitim modelinin oluşturulması için mücadele edeceğiz
 
21. yüzyıldayız. 2024 yılındayız, hala anadilinde eğitimi konuşamıyoruz, hala başta Kürt çocukları olmak üzere bu ülkede yaşayan farklı halkların çocukları anadilinde eğitime erişemiyorlar, hala bu ülkenin çocukları okula aç gidip geliyorlar, hala müfredat tekçi yapısını koruyor, cinsiyetçi yapısını koruyor ve bütün bunların içerisinde bize bir masal anlatmaya, bize bir hikaye anlatmaya çalışan bir Milli Eğitim Bakanlığı var ki buna inanmamızın, buna güvenmemizin mümkün olmadığını ifade etmemiz gerekiyor. Bugün bizler açısından önemli olan şudur. Biz bir paradigmanın, AKP’nin paradigma inşası önünde duracağız sonuna kadar mücadele edeceğiz. Demokratik cumhuriyetin inşası ve 3. yol perspektifimizle yeni bir eğitim modelinin oluşturulması, eşitlikçi özgürlükçü ve toplumsal katılımın olduğu bir modelinin olması için elimizden gelen bütün çabayı harcayacağız .Bu müfredatın tam anlamıyla bütün topluma, çocukların geleceğine, Türkiye'nin geleceğine kasteden bir müfredat olduğunu ve hızlıca bu müfredattan geri adım atılması çağrımızı yinelemek istiyorum.
 
Tahir Elçi cinayeti dosyasını kapatmaya çalışıyorlar
 
28 Kasım 2015’te Dağkapı Meydanı’nda 4 ayaklı minarenin önünde biliyorsunuz Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi katledildi. 8 yılın sonunda bugün öğrendiğimiz bir haber var savcılığın her 3 sanık polis hakkında da beraat yönünde mütalaa verdiğini öğrendik. 8 yıl boyunca bu cinayet üzerine hiç bir şekilde gitmeyen aksine cinayetin üstünü örtmeye çalışan yargının bugün verdiği mütalaa kararının yeni bir faili meçhuldür. Diyarbakır'ın orta yerinde onlarca kameranın önünde vuruldu Tahir Elçi, ama kimin vurduğunu tespit edemiyoruz diyen bir yargı var. Kimin vurduğunu tespit edemiyoruz diyen bir kriminal raporlar gerçeği var. Ama bu raporları yalanlayan başka raporlar var. Katilin kimliğini tespit etmek gerçek bir yargılama için çok önemliydi ama bundan imtina ettiler. Örneğin soruşturma aşamasında savcılığın gizliliğin kararıyla sır perdesi çektiği bu davada polislerin avukatlığını yaptı. Dosyada olay yeri incelemesi 5 ay sonra yapılıyorsa tabii ki bu deliller açığa çıkamazdı keşif yapılmazsa tabii ki mermi çekirdeği bulamazdı. Polisleri şüpheli değil, tanık sıfatıyla dinlerseniz tabii ki hakikat açığa çıkamazdı. En önemlisi cinayet anını gösteren 12 saniyelik emniyetin kamera görüntüsünün kaybedilmesi de cinayetin üstünü örtmeye yönelik önemli bir delil karartmaydı.
 
Bu karanlığın üzerini bütün bu bilenler birlikte kapatmaya çalışıyor
 
Peki katilin kim olduğunu bildikleri için onu korumaya çalıştıklarını düşünsek abartılı mı olur? Hayır. Tam da bunu yapıyor yargı. Katili biliyor, tanıyor ve korumaya çalışıyor. Çünkü Elçi davasında katilin açık ve net olarak ortaya koyan Londra Üniversitesi’nden Elçi’nin avukatlarının aldığı görsel ve işitsel veri analiz raporunda dosyadaki tüm görüntüler incelenerek aslında siyah ceketli polis memurunun Elçi’ye yönelik açık ve engelsiz bir ateş hattıyla silahını ateşleyen tek kişi olduğu tespit edilmişti. Peki davanın heyeti ve savcı bütün bu raporu göz önünde bulundurdu mu hayır. Davayı karartmayı katili yargıdan ve adaletten kaçırmayı tercih ettiler. Onun için buradan söyleyelim. Katil avukatlar biliyorlar, istihbarat şube tanıyor, iktidar biliyor, dönemin başbakanı olan ve biz iktidardan düşersek beyaz Toroslar dönemi başlayacak diyen Davutoğlu çok iyi biliyor. Bu karanlığın üzerini bütün bu bilenler birlikte kapatmaya çalışıyor. Ama biz de katili biliyoruz ve tanıyoruz. Katili koruyan anlayışı tarihsel hafızamızla çok iyi biliyoruz. Bu dosyanın böyle kapanmaması, Tahir Elçi'nin katillerin adalet önünde gereken hesabı vermesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz.  Tahir Elçi dosyasındaki bu aşamanın bir kez daha kamu vicdanını, toplumsal adalet duygusunu zedelediğini ifade etmek istiyorum. Buradan derhal geri adım atılması ve dosyalın üzerinin kapatılarak değil dosyadaki gerçeği açığa çıkarılıp gerçek suçluların adalet önüne çıkarak Türkiye’nin yeni bir döneme kapı aralayabilir. Aksi eski Türkiye’yi hatırlatan, onu referans alan bir pratiktir. Eski Türkiye'nin bugün bizi ülkeyi nereye getirdiğini de herkes çok iyi biliyor. Bu çağrımı da yenilemek istiyorum.
 
Güçlendirilmiş yerel yönetimi savunan, özgürlükçü bir anayasa yapılması çok acil bir ihtiyaçtır
 
Bir Anayasa tartışması süreci başladı. Hem Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve AKP’nin birçok sözcüsü açıklamalar yaptılar. Tabi ki demokratik bir anayasanın Türkiye için bir ihtiyaç olduğu açık ve net. Biz de toplumun bütün kesimlerini kapsayan ve gerçekten eşitlikçi özgürlükçü bir anayasanın yapılması gerektiğini ifade ediyoruz. Kürt sorununu çözmeye odaklı, eşit yurttaşlık tanımının yapıldığı, güçlendirilmiş yerel yönetimi savunan çoğulcu özgürlükçü bir anayasa yapılması artık çok acil bir ihtiyaç. Fakat yolda kaza yapmamak için de bir takım hazırlıklar yapmaya ihtiyaç var. Örneğin ülkenin öncelikle normalleşmesi gerekiyor. İfade özgürlüğü sağlanmalı, güvence altına alınmalı. Baskıcı politikalar, baskıcı pratikler hızla terk edilmelidir. Partimizin daha önce sunduğu yeni bir anayasa için yol temizliği çalışmalarını mutlaka dikkate alınmalıdır. Mehmet Uçum açıklamalar yapmış kendisi saraydan sürekli hukuk fetvalar veren biri olarak biliniyor. Ama gerçek anlamda süreci ciddiye almaya açıklamalarının ciddiyetten uzak olduğunu ifade etmek istiyorum. Süslü çoğulcu özgürlükçü cümleler kuruyor ama pratiğinin bunun tam tersi olduğunu da söylemek istiyorum. Şöyle bir açıklama yapmış 50 + 1 halkın demokratik kazanımı olarak ifade etmiş. Kuvvetler ayrılığının olmadığı gittikçe bir totaliter yönetime dönüşen sınırsız yetkili iktidarın oluşturduğu bu sistem nasıl 50+1’i özgürlükçü olarak ifade edebilir. Hiç bir özgürlüğümüz yok hiç bir hukuksal güvencemiz yok, en temel haklarımız askıya alınmış anayasa askıda tam bir anayasasızlık yaşıyoruz ama kendisi 50+1’i ve onun yönetim sistemini demokratik bir yönetim olarak ifade ediyor.
 
Yeni anayasa yapma tartışmasının bir parçası olmadık olmayacağız
 
Öncelikle bu ülke gerçek anlamda bütün bunları gerçekleştirmek, demokratik bir anayasa yapmak istiyorsa AİHM kararlarını hızlıca uygulamalıdır ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmaktan, yargı bağımsızlığının sağlanması kadar bir dizi işi ivedilikle yapmalıdır ama daha önemlisi bugün halihazırda devam eden Kobanê Kumpas Davası, HDP kapatma davası gibi bu ülkenin utanç karnesine yerleşen demokrasi tarihinin birer utanç vesikası olan davalarda hızlı bir şekilde tutum almalıdır ve bu konudaki haksız hukuksuz uygulamalardan vazgeçmelidir. İşte o zaman biz gerçekten demokratik bir anayasa yapma niyetinin olduğuna inanacağız ama ne yazık ki böyle bir şey yapmadan sadece süslü cümleler kurarak demokratik anayasa yapma işini yürütmeye bunu topluma aslında yeni, pozitif bir gündem olarak sunup kendi iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Biz hiçbir şekilde AKP’ye can suyu olabilecek bir yeni anayasa yapma tartışmasının bir parçası olmadık bundan sonra da olmayacağız. Gerçekten yeni bir anayasa yapılmak isteniyorsa 12 Eylül darbe anayasasından kurtulmak isteniyorsa bunun yol temizliğini yapma çağrımızı buradan hızla ifade etmek istiyorum.
 
Kürt sorununu çözemeyen bir ülkede demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılamaz
 
Sayın Uçum yeni anayasa başlığında bazı ilkeler de saymış. İlkeler de de gerçekten güzel, kulağa hoş geliyor. Örneğin diyor ki kişilerin hak ve özgürlüklerinin eksiksiz yer aldığı, yedi kuşak hak ve özgürlükler alanlarının tanımlandığı, hak ve özgürlüklerinin esas sınırlamalarının istisna olduğu özgürlükçü bir anayasa yapılmalı diyor. Daha bir çok ilke var ben saymayayım. Okurken gözlerim doldu Uçum güzel söylüyor ama sazı yok. Demokratik anayasa geçmişten bugüne DEM Parti ve DEM Parti geleneklerinin hep gündeminde oldu. Bu konuda çokça çağrı yaptık yol temizliği planlarını açıkladık taslaklarımızı demokratik kamuoyu ile paylaştı bütün bunları yaparken AKP ile hiç bir zaman iktidarda kalmak ya da pragmatik bir yerden kendi partimizin siyasal çıkarlarını ya da partimizi öncelemedik. Türkiye halklarının geleceğini, Türkiye halklarının eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşamasını önceledik. Sözümüzü buradan kurduk sözümüzü bunun için kurduk. O zaman söyleyelim darbe anayasalarına palyatif çözümlere, makyaj yapmak Türkiye’nin sorununu çözmez. Kürt sorununu çözemeyen bir ülkede gerçek anlamda demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılamaz. Kadını görmeyen gençleri görmeyen işçi sınıfını görmeyen doğayı görmeyen toplumu katmayan bir anayasa yapım süreci olmaz. Olmadığını daha önce de gördük.  Anayasa darbe ruhundan arındırılmak sivilleştirilmek isteniyorsa öncelikle yeni bir anayasa ihtiyaçtır. Türkiye halkları bunu yapmaya muktedirdir ve Türkiye halkları bunun kapısını aralamıştır. Bu kapıyı hep beraber açabiliriz ilerletebiliriz bunun için iktidarın samimi olması gerekiyor ve bunu da pratikte göstermesi toplumda güven oluşturması gerekiyor. Biz AKP kanadından gelen bütün açıklamalarda kaybettiği gücü yeniden ele geçirmeye çalıştığını 2028 yürüyüşü içerisinde tekleyen sistemini ayakta tutmaya çalıştığını, 50+1’i kendi lehine yeniden yapılandırmaya çalıştığını görüyoruz. Bütün bunların toplumun ihtiyaçları ile örtüşmeyen amaçlar olduğunu ve bu amaçlara çıkılan yol sonuç alıcı olmayacaktır. Yeni bir anayasa tartışmasına varız ama AKP’ye can suyu olacak bir tartışmaya mesafeliyiz. Böyle bir tartışmanın dışındayız, böyle bir tartışmanın parçası olmayacağız.
 
Biz kadınlar emeğimiz bedenimiz ve kimliğimiz için 1 Mayıs’ta meydanlarda olacağız
 
1 Mayıs haftasındayız. Çarşamba günü 1 etkinlikleri alanlarda, meydanlarda yapılacak. Bütün işçi sınıfı talepleriyle meydanlarda olacak. 1 Mayıs derken işçi sınıfı üzerinden tartışmaları yürütüyoruz. İşçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturan kadınların ve kadın emeğinin yok sayılmasını 1 Mayıs vesilesiyle gündem yapmak istiyorum. Aile Bakanlığı 8 mart etkinlikleri için Mor Protokol Organizasyon şirketine neredeyse 10 milyon lira para ödemiş. Bu şirketin son 7 ayda aldığı 7 ayrı ihale ile birlikte düşündüğümüzde yaklaşık 17 milyonu aşan bir hale aldığını görüyoruz. Soralım bu ne cüret, bu ne vurdumduymazlık. Bu ihalelerin olağanüstü ve acil durumlarda yapılması gereken yöntemle yapıldığını, toplumdan kaçırılan bir ihale süreci olduğunu görüyoruz. Bu paralar kimin parası? Halkın parası kadınların parası. Bu parayı kadınlar için harcamak yerine sadece siyasilerin katıldığı etkinliklere harcamayı kendileri açısından uygun görmüşler. Bu tablonun karşısında kadınlar aç, işsiz, güvencesiz ve en ağır şartlarda çalışıyorlar. Bütün bu güvencesizlik içinde yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Esnek, parçalı, yarı zamanlı bir çok iş yapanların kadınlar olduğunu biliyoruz. Kadın emeğinin en fazla sömürülen emek olduğunu görüyoruz. Bugün evdeki bakım hizmetlerinden ev işlerinin kölesi haline getirilen bir kadın gerçeği var ama bunlara duyarsız gözünü kulağını kapatmış bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Onlarca ekonomik paketi getirdiler tek birinin içinde kadınlar yoktu, kadın emeğini gören bir uygulama olmadığını hepimiz biliyoruz. Onun için biz kadınlar, emeğimiz haklarımız için işyerinde taciz ve mobbinge uğramamak için işten çıkarılan ilk kişi olmamak için eşit işe eşdeğer ücret almak için emeğimiz bedenimiz ve kimliğimiz için alanlarda meydanlarda olacağız. Bu erkek devlet şiddetine, patron, koca, babanın el ele verip bizleri ve emeğimizi sömürmesine karşı isyan ve itirazımızı 1 Mayıs meydanlarında ifade edeceğiz. Bizleri ötekileştiren işyerindeki bütün söylem ve eylemlere karşı da hızlı bir şekilde bir strateji geliştirilmesi ve adım atılması elzemdir.
 
Taksim 1 Mayıs için yasaklanamaz: Bu karar ideolojik bir karardır
 
Sayın Bakan Yerlikaya bir açıklama yaptı ve Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs meydanı ve miting meydanı olmadığını ifade etti. Aynı şekilde Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in bu konuda açıklamaları var. Bütün açıklamaları hayretle izliyoruz. Bu kadar tarihsel hafızadan ve ülke gerçeğinden kopuk açıklamaları nasıl izah ederiz açıkça bizler de bilmiyoruz. Ama biz meclis kürsüsünden bir kez daha ifade edelim. Taksim meydanı sadece bir meydan değildir aynı zamanda emek ve özgürlük mücadelesinin sembolüdür. Yasak kararının asıl amacının aslında demokratik haklarımız gasp etmek, işçi sınıfının tarihsel hafızasını yok etmek olduğunu çok iyi biliyoruz. Ve AKP’nin bu yasak kararını ideolojik saiklerle de aldığını çok iyi biliyoruz. AKP’nin bu yasak kararını sınıfsal karakteri nedeniyle de çok iyi biliyoruz. Çünkü işçi düşmanı bir iktidarla karşı karşıyayız. Ve işçi düşmanı, sınıf düşmanı bir iktidarın da Taksim 1 Mayısı’nın hafızası olan 77 1 Mayısı’nı hatırlamanın ve işçi sınıfının emeğinin, bedelinin, kanının olduğu o meydana bir değer atfetmesini de açıkçası beklemiyoruz. Ama biz buradan söyleyelim tabii ki bu yasak kararına boyun eğmeyeceğiz. Taksim meydanı yasaklanamaz. Taksim meydanı bizimdir. Taksim meydanı 1 Mayıs meydanıdır. Taksim meydanı adalet meydanıdır. Taksim meydanı özgürlük meydanıdır, Taksim meydanını kapatmaya çalışanları tarih de affetmeyecek işçi sınıfı da asla affetmeyecek. Bu vesileyle bir kez daha bütün işçi sınıfının 1 Mayısını kutluyorum. O gün yan yana, omuz omuza taksim meydanına hep beraber yürüyeceğiz. Bir kez daha Bijî Yek Gulan, Yaşasın 1 Mayıs diyorum. Bütün farklılıklarımızla, renklerimizle işçi sınıfıyla buluşacağımız ve beraber kol kola yürüyeceğimiz o coşkulu bayram gününü şimdiden dört gözle beklediğimi ifade etmek istiyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”