Tecrit gazetecileri nereye çekiyor?

  • 09:07 14 Ocak 2024
  • Medya Kritik
Diren Yurtsever
 
İSTANBUL – Kürt sorununa dönük çatışmalı süreç yeniden devrede, tecrit derinleşti, İmralı’dan 34 aydır haber alınamıyor. Bunun sonuçları yaşamın her alanında hissediliyor. Peki bu durumun gazetecilere etkileri nasıl? Tecrit gazetecileri, gazeteciliği nereye çekiyor? Bu sorunun yanıtı basit. Devletin kırmızı çizgisi olan Kürt sorununa ve onunla bağlantılı geliştirilen tecride dokunmamak, alternatif medyada biat eden bir gazeteciliği yarattı.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye’ye getirildiğinden bu yana 25 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’nde tutuluyor. Abdullah Öcalan’ın 99’dan 2005 yılına kadar tek kişilik hücrede tutulması ile başlayan tecrit koşulları, çeşitli gerekçelerle avukat ve ailesi ile görüştürülmeyerek ağırlaştırılmış bir hale evirilirken, son 34 ayda ise mutlak iletişimsizlik ile sürdürülüyor.
 
İmralı’dan haber yok!
 
Abdullah Öcalan son 34 aydır hiçbir şekilde ailesi ve avukatları ile görüştürülmüyor. Telefon hakkını kullanamıyor, mektup gibi diğer iletişim haklarından yoksun. Üstelik aynı koşullar İmralı’da bulunan diğer 3 tutsak için de geçerli. Böylece Kürt halkı ve Türkiye kamuoyu son 34 ayda, İmralı’da ne yaşandığına, Abdullah Öcalan ve diğer tutsakların sağlık, yaşam, tutulma koşullarına dair hiçbir şey bilmiyor. Aynı zamanda merak ediyor. Başta Kürt halkı olmak üzere İmralı’ya dair kaygılar üst seviyede dile getiriliyor. Çeşitli sivil toplum örgütleri, barolar, hukukçular, hak savunucuları, kadınlar, tutsaklar, yine dünyadan kimi çevreler bu kaygılarını dile getirerek, giderilmesi için çeşitli eylemler yaparak duruma dikkat çekerken, bu çabalarının sonuçsuz kalması üzerine en nihayetinde İmralı’ya gitmek için Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunuyor. 
 
Hukukta yeri yok
 
Hukukçular tecridin hukukta hiçbir yerinin olmadığını söylüyor. Hukuki dayanaktan yoksun bu tecridin politik nedenlerle “keyfi” bir şekilde uygulandığını açıklamalarında ve değerlendirmelerinde dile getiriyor. Nitekim tecridin Avrupa cezaevi standartları bakımından bir işkence yöntemi olduğu ve insan sağlığı bakımından getirdiği sonuçların da işkencenin sonuçlarıyla aynı olduğu da belirtiliyor. CPT’nin geçmiş zamanda İmralı’ya yaptığı ziyaret sonucu açıkladığı raporuna yansıdığı gibi bu konuda sayısız açıklama, rapor gibi kaynak mevcut.
 
Alternatif medyaya sorular
 
Bir ada hapishanesinde, 25 yıllık tecrit koşullarında, temel yasal hak olan avukat ve aile ile iletişim hakkı sağlanmayarak, mutlak iletişimsizlik koşullarında üstelik hukuksal bir dayanağı olmayan bu durum basının ilgisini çekmiyor mu? Veya bu konuda ne olup bittiği, bu konuda yaşanan hak ihlalleri bir haber değeri değil midir? Ailelerinin, avukatlarının, çeşitli hak ve hukuk örgütleri ile “Önderim” diyen Kürt halkının bu konudaki açıklamaları, eylemleri ve çeşitli girişimleri bir haber değeri taşımaz mı? Elbette ki bu sorum, iktidar güdümündeki medyaya değil. Bu sorular hak odaklı haberciliği esas alan, iktidar güdümünde olmadığını iddia eden, kendisini alternatif, “tarafsız” medya olarak tanımlayan hatta kimi yerde özgür basın olarak tanımlayan basın organlarına, gazetecileredir.
 
Diyalog sürecinde gazetecilik
 
Elbette ki Abdullah Öcalan sıradan biri değil. Abdullah Öcalan’a dönük her yaklaşım ve girişimin politik, ekonomik, toplumsal neredeyse her alanda etkileri ve sonuçları oluyor. Örneğin; 2013 yılındaki diyalog sürecinde Kürt Türk barışının sağlanması hedefleniyordu aslında. Bilindiği gibi çatışma sürecinin olmadığı, insanların ölmediği, toplumda güven ve huzur ortamının yaşandığı, ekonominin daha iyi olduğu bir de gazetecilerin rahat yazıp çizdiği bir sürecin yaşandığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün daha ileri bir düzeyde olduğu sonuçlarını yaşadık. Cezaevinde daha az gazeteci vardı, hatırlamamakla birlikte belki de hiç yoktu. Örneğin; gazeteciler artık Kürt sorununa dair bir şeyler yazıyor, Kürt siyasal hareketinin temsilcileri ile röportajlar ve programlar yapabiliyordu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin açıklamalarına mecralarında yer veriyordu. Yani bir yerde bir tartışma olacaksa, bir sorun varsa bu sorunun muhataplarının karşılıklı konuşacağı, söz ve cevap hakkını kullanabileceği bir zemin basın açısından da geçerliydi. Ki bu etik bir değerdir meslek açısından.
 
Tecrit alternatif medyada biat eden bir gazeteciliği yarattı
 
Kürt sorununa dönük çatışmalı süreç yeniden devrede, tecrit derinleşti, İmralı’dan 34 aydır haber alınamıyor. Savaşın sonuçları ağırlaşıyor. Bunun sonuçları yaşamın her alanında hissediliyor. Peki bu durumun gazetecilere etkileri nasıl? Tecrit gazetecileri, gazeteciliği nereye çekiyor? Bu sorunun yanıtı basit. Devletin kırmızı çizgisi olan Kürt sorununa ve onunla bağlantılı geliştirilen tecride dokunmamak, alternatif medyada biat eden bir gazeteciliği yarattı. Sermaye ve iktidarın güdümünde olan gazeteciler en avam haliyle  “satılık” zaten. Alternatif olarak kendisini tanımlayan gazetecilik açısından ise biat kültürü oluşturuyor. Çünkü iktidar gazetecilere “dokunma” diyor. Dokunursan “yakarım” diyor. İktidarın dokunmasını, işlenmesini istemediği böyle devasa bir sorun karşısında dokunmuyorsa gazeteciler, o zaman biat ediyor demektir. O yüzden Kürt basın emekçileri sürekli iktidarın hedefinde. Yani sadece iktidara “muhaliflik” yapmak bu durumdan kurtarmıyor. Yaşanan sorunların temel kaynağı olan Kürt sorununa dokunmamak yakıyor aslında… Kürt sorununu işlememek, onunla bağlantılı olan tecridi hukuki, politik tüm boyutlarıyla görmemek, işlememek, bununla ilgili yapılan eylem, etkinlik, açıklama, sözü görmezden gelmek ise gazeteciliklerini sorgulatıyor. Kendisini böyle tanımlayan gazeteciler açısından müthiş bir çelişki. 
 
Bir taraf olunacaksa o da hakikattir
 
Özellikle şimdilerde basının da özgürlüğünün sağlanması açısından önemli olan demokratik çevrelerin başlattığı “Barışa Ses Olalım”, “Barışa Çağrı”, “Özgürlüğe Çağrı” girişimleri bile bu mecralarda işlenmiyor. Sağlanması halinde olumlu sonuçlarını biz gazetecilerin en doğrudan yaşayacağı bu barış girişimlerinin haber değeri olduğu, toplumun bu konuda bilgi edinme hakkını gözeten bir yerden işlemek, görmek biz gazetecilerin görevidir. Toplumcu bir haberciliğin gereği budur. Tüm basın etik kuralları da bunu gerektirir. Bir yerde hak ihlali varsa o haberdir, bunun için taraf olmaya gerek yok. Bir taraf olunacaksa eğer o da hakikatin tarafıdır.