Adalet Bakanı'na: Yargıya talimat vermekten vazgeçin!

  • 15:25 25 Nisan 2024
  • Siyaset
ANKARA- Gündeme dair gelişmeleri değerlendiren DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un parti kapatma söylemlerine, “Ama ne HDP ne de DEM Parti birilerinin ağzına meze olacak, birilerinin bize yöneleceği bir parti değildir. Onun için de partimizi yargılamak için yargıya talimat vermekten, Anayasa Mahkemesi'ne emir vermekten derhal vazgeçin” sözleriyle tepki gösterdi.
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilli Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek, gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.  Bugün görülen Çorlu tren kazası davasına değinen Gülistan, ailelerinin yanında olacaklarını belirtti.
 
‘Adalet Bakanı Süleyman Soylu olmaya soyunuyor’
 
Ülkedeki yargılamalarda büyük adaletsizliklerin olduğunu ifade eden Gülistan, yargının, iktidarı, sermayeyi ve muktedirleri koruduğunu ama toplumu korumadığını kaydetti. Gülistan, “Bu sistemin başındaki Adalet Bakanı yargıdaki bütün hukuksuzluklar, çarpıklıklar ve çürümeye karşı bir şey yapıyor mu? Hayır hiç bir şey yapmıyor? Kendisi AKP’nin yeni Goebbels’i olmuş galiba. Ülkede adalet ve yargı yerlerdeki o yemiyor içmiyor DEM Partiye söz söylemeye, DEM Parti üzeriden algı yaratmaya DEM Partiyi yeni bir hukuksal kıskaca almak için sözler kuruyor. Ben bakan beye buradan sormak istiyorum. Gerçekten başka işiniz yok mu? Sizin gerçekten başka işiniz yok? Goebbels olmak yetmemiş, sayın adalet bakanına bir yönüyle de Süleyman Soylu olmaya soyunduğunu görüyoruz. Mübaşiri MHP olan kapatma davasının hakimliğine soyunmuş durumda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç. HDP kapatma davası kendilerine yetmemiş DEM Parti'yi kapatma davası için yargıya talimat verdiklerini, yargıyı yönlendirmeye çalıştıklarını açık ve net görüyoruz” dedi. 
 
‘O süreci talimatla yürüttünüz’
 
Adalet Bakanı'nın konuşmasında, AİHS’in 10 ve 11’inci maddelerini referans gösterdiğine vurgu yapan Gülistan,  geçmişte hukuksuz bir şekilde kapatılan partilerden söz eden Adalet Bakanı'nın, AİHM’de mahkum edilen Türkiye’nin kapatma davalarına dair tek bir cümle kurmadığını ifade etti. Gülistan, “Türkiye’nin bu konuda mahkum edildiğini ifade etmiyor. Bilmediğinden değil tabiki işine gelmiyor. Çünkü işi adaletin tesisini sağlamak değil adaletsizliğin tesisi için algı yaratmak, manipülasyon yapmak. Kapatma davasının iddianamesini satır satır okumuş biri olarak şunu söyleyeyim, o kadar akıldan yoksun, hakikaten uzak bir iddianame ki buna en azından okuduğumuzda utandığımızı ifade etmek istiyorum. Kumpas, kurgu diyeceğim ama onu da becerememişler. Bir kurgunun en azından aklı olur ama burada tam bir akıl tutulması olduğunu, intikam ve düşmanlık duygusuyla, siyasi saiklerle hazırlandığını görüyoruz. Adalet Bakanına sormak istiyorum. Kobanê davasında unutulan kapatma davasını açma talimatına ilişkin belgeye dair niye hiç bir şey söylemiyorsunuz. Çünkü kumpası çökerken kurguyu çürüten bir belge. Siz o belgeye bir şey söyleyemezsiniz, üzerinden atlayıp görmezden geliyorsunuz. Neden hazine yardımımıza bloke konulması kararında 3 gün kala sipariş ile getirilmiş bir gizli tanık beyanıyla aslında dosyanın gizli tanık beyanın dosyaya konulduğundan bahsetmiyorsunuz. Çünkü bu süreci de elinize yüzünüze bulaştırdınız o süreci de talimatla yürüttünüz o nedenle söz kurmuyorsunuz” diye belirtti.
 
‘Ne HDP ne de DEM Parti kimsenin ağzına meze olacak bir parti değil’
 
Adalet Bakanı'na, “Neden kapatma davasına konu edinen bir çok iddiaya dair AİHM’in ihlal kararı verdiğini söylemiyorsunuz?” diye soran Gülistan, “Çünkü kendi dayandığınız aslında konuşurken dayandığınız AİHS maddeleriyle çeliştiğini siz de iyi biliyorsunuz. Biz konuşmaların hukuki bir değerlendirmesini yapmayacağız çünkü sayın bakanın ağzından hukuk adına tek bir cümle çıkmıyor ne yazık ki. Halkın sinir uçlarını zıplattığımızı söylemişler. Biz söyleyelim. Halkın sinir uçlarını zıplatmadığımız seçim sonuçlarıyla açık ve nettir. Ama seçimde kazandığımız başarının kendisinin birilerinin sinir uçlarını zıplattığını AKP ve MHP’yi tedirgin ettiğini korkuttuğunu çok açık ve net bir şekilde bir kez daha söyleyelim. Ama ne HDP ne de DEM Parti birilerinin ağzına meze olacak, birilerinin bize yöneleceği bir parti değildir. Onun için de partimizi yargılamak için yargıya talimat vermekten, Anayasa Mahkemesi'ne emir vermekten derhal vazgeçin. Biz sayın Adalet Bakanı'nı bir kez daha hukuka davet ediyoruz. Bir kez daha görev tanımına uygun davranmaya davet ediyoruz buradan bunu da söylemiş olalım” şeklinde konuştu. 
 
Gülistan konuşmasının devamında şöyle dedi:
 
“Şimdi partimizi kapatmak istiyorlar. Peki bizim partimiz talimatla kapatılacak bir parti mi? Hayır bizim partimiz aslında bir siyasi parti olmanın çok çok ötesindedir. Bir halkın partisidir. Halkın evinde kurulmuş bir partidir. Bir fikriyattır, bir felsefedir. Yeni yaşamı örgütleyen , inşa eden temel güçtür. Ve bu gücü kapatmaya hiçbir yargısal karar, hiçbir talimat tabii ki yetmeyecektir. Bakan beyin anlamadığı ve anlayamayacağı işte bu hakikatin tam da kendisidir. Onun için önerimiz şudur sayın bakana ve diğer sinirleri zıplayanlara. Partimizin adını sürekli karalamaya çalışmak yerine sakinleştirici alabilirsiniz. Seçim sürecini sindirmek için bir dönem inzivaya çekilebilirsiniz ve en nihayetinde bu sonuçları tabii ki sindireceksiniz çünkü bu sonuçlar halkın iradesinin sonuçlarıdır. Halkımızın ortaya koyduğu sonuçlardır ve halkın iradesine meydan okunamayacağını da 31 Mart seçimleri hepinize açık ve net bir şekilde göstermiştir. Ne yaparsanız yapın şunu söyleyelim çökeceksiniz ve çözüleceksiniz. Çünkü halkın iradesinin karşısında duran her yapı çökmüştür ve çözülmüştür. 31 Mart seçimleri bunun açık ve net bir şekilde fotoğrafını ortaya koymuştur. Ama 31 Mart seçimlerinden sonra gerekli dersleri aldığını söyleyenlerin yine aynı benzer pratiklere girmesi aslında hiç de bu dersi almadıklarını gösteriyor. Yine aynı yoldan yürüyeceklerini gösteriyor. Buna karşı da Van halkının iradesi Van’da olduğu gibi duracağız, bunlara geçit vermeyeceğiz, bunlara prim vermeyeceğiz. Bunu da buradan ifade etmek istiyorum.
 
Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor
 
Değerli arkadaşlar Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir röportajında Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak ortada abartılacak bir şey yok demiş. Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum. Bu lakayıtığı, bu insanların aklıyla dalga geçen bu Türkiyedeki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici, hayret verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Bir de sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye'nin kocaman büyüyen borç yüküne ortada abartılacak bir şey yok diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve sayın bakana sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir? Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış ve 2023 toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış. Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış ve 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor. OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde Türkiye’de artan gıda enflasyonunun kendisi. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları çocuklar yumurtaya ete süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin gıda enflasyonun dünyadaki gıda enflasyonunun ilk sıralarında yer alması da sanırım sayın bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım bakan bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri. Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?
 
Kürt düşmanlığı ile yaptığınız savaş harcamaları
 
Bütün bu tablonun sadece hükümetle ilgili olmadığını bu ülkede 84 milyon yurttaşın hergünkü gündelik yaşamını bire bir etkilediğini sayın bakan bilmiyor mu. İnsanlar cebinde minibüs parası bulamazken çocuklar okula aç gidip gelirken kadınlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamazken emekliler ikinci işi yapmak zorunda kalıp 70-80 yaşında çalışmak zorunda kalırken bütün bunların müsebbibi kim ve bütün bunları abartılmaya değer değil midir diye sormak istiyoruz. Bir de sayın bakan neredeyse makamında oturamıyor ülkeden ülkeye koşup duruyor uçaktan indiğini görene aşk olsun. Neden bu kadar koşturuyor çünkü para arıyor. Çünkü sıcak paraya ihtiyacı var Türkiye’nin ciddi bir likidite sorunu var ve bu parayı aramak için kah IMF'nin kapısına gidiyor kah londrada sermaye gruplarıyla toplantılar alıyor kah Katar’a kah Suudi Arabistan’a gidiyor. Neden çünkü para arıyor. O zaman soralım neden bu kadar borç arıyorsunuz diye buradan sormamız gerekiyor. Bunun bir de matematiksel bilanço boyutu var. 2024 bütçesinin bütçe açığı 2,6 trilyon lira. Madem abartılacak bir şey yok bu açığı kapatmak için neden halkın sırtına yeni vergiler yüklemeye çalışıyorsunuz. Neden yeni vergi yüküyle örneğin motorlu taşıtlar vergisini iki defa alarak insanlarımızı mağdur ettiniz. Bütün bunlara nasıl açıklama getiriyor sayın bakan. Deprem oldu. Evet deprem bir hakikat ama deprem harcamalarının bu bilançonun sorumlusu olmadığını biliyoruz. Bu bilançonun sorumlusu Türkiye’nin bu kadar ciddi enflasyonla baş başa kalması bu kadar büyük bir yoksulluğunun artmasının sebebi Kürt düşmanlığı nedeniyle artan savaş harcamaları olduğunu ve sermayenin çıkarları için yapılan düzenlemeler olduğunu çok iyi biliyoruz. 
 
Herşeyi depremle kapatmaya, depremi bir gerekçe yapmaya çalışıyorlar
 
Sadece sarayın şatafatın bile bu bilançodaki payını görmemiz gerekiyor. Her halde sarayın şatafatı sadece ışıkları kapatılsa Türkiye ciddi bir tasarruf yapmış olacak. Bunu da ne yazık ki yapmıyorlar. O anlamıyla depremin tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde AKP’nin yeni rejimi ikame etmesinde kullanışlı aparatı olduğu, 15 Temmuz darbe girişine Allah’ın lütfu dedikleri gibi bugün ekonomiyle ilgili her soruna depremi bahane ediyorlar. Deprem onlar artık Allah’ın bir lütfu haline gelmiş durumda. Biz işçilere zam yapın, asgari ücrete zam yapın diyoruz para yok deprem oldu diyorlar. Emekli maaşlarını arttırın diyoruz para yok deprem oldu diyorlar. Hayat pahalılığı artıyor, gıda enflasyonunu düşürün diyoruz para yok deprem oldu diyorlar. Yakında taksim meydanını kapatma gerekçelerini depreme bağlarlarsa şaşırmayacağız. Çünkü her şeyi depremle kapatmaya, depremi bir gerekçe yapmaya çalışıyorlar. Buradan söyleyelim depremin bütçesi elinizdeydi. Deprem vergileri nereye gitti. 99 depreminde topladığınız paraları nereye kimlere harcadınız. Depremi gerekesine sığınmak yerine bu soruların cevabını verin. Deprem olduktan sonra canlı yayında topladığınız paraları şu anda faizde tutuyorsunuz. Deprem bölgesinde konteynırda yaşıyorlar, temel gereksinimlerinden yaşıyorlar ama siz parayı kasada, faizde tutuyorsunuz. İnsanları bir konuta ulaştırmadınız. O anlamıyla sözü bitmiş makyajı dökülmüşler ve bu gerekçeleri de hiç kimse tarafından kabul edilmeyen bir bakan olduğunu Sayın Şimşek’in ifade etmek isterim.
 
İşçiler seçimlerde genel gidişe dur dediler, hükümete kırmızı kart gösterdiler
 
 1 Mayıs öncesindeyiz. İşçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 mayıs bu yıl yine ağır ekonomik krizlerin ve boş tencerelerin gölgesinde meydanlarda kutlanacak. İşsizlik artmış durumda, iş cinayetleri bir katliama dönüşmüş durumda, güvencesizlik en temel sorunlardan biri olarak görülüyor. Bütün bu tablonun içinde işçiye emekçiye bir kez daha kemer sıkma politikaları dayatılmaya çalışılıyor. Hak ve özgürlüklerin tırpanlanması, adaletin sadece muktedirlere sağladığı, savaş siyasetinin gün be gün hayata geçirildiği, sermayenin hak ve imtiyazların emekçilerin aleyhine her geçen gün arttığı bu dönemde işçi sınıfı 31 Mart seçimlerine damgasını vurdu. İşçiler ve emekçiler seçimlerde genel gidişe dur dediler, hükümete kırmızı kart gösterdiler. O nedenle siyasal iklim değişmiştir. Artık okumaları 1 Nisan öncesi ve sonrası olarak yapmak zorundayız. Bugünden yarına kadınlar gençlerin ezilenlerin yoksulların yan yana geldiği birlikte mücadele ettiği yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Bu dönemin kapısın arayan halklarımız işçi ve emekçi sınıfı tabiki 1 Mayıs işçi bayramını alanlarda meydanlarda kutlayacaktır. Bunun önünde hiçbir irade duramaz duramayacağını 1 mayıs alanlarında görmüş olacağız. 
 
 
Taksim yasağını kabul etmiyoruz, orada olacağız
 
Bu yıl uluslararası sendikalar konfederasyonu bütün dünyada artan otoriter rejimlerin yükselmesine demokrasinin gerilemesine, işçi haklarının zayıflamasına karşı “demokrasi için” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır. 2024 1 Mayıs’ı bütün dünyada sermayenin ve otoriter rejimlerini tahrip ettiği demokrasinin yeniden inşa edilmesi için meydanların dolacağı önemli bir tarihtir. Bu tarihe biz de hep beraber tanıklık edeceğiz. ülkede otoriter rejime karşı itirazın ilk nüveleri 1 Nisan’da ortaya çıktı şimdi bunu daha da ilerletme zamanıdır. 1 Mayıs meydanlarında işçiler ayaklarıyla oy kullanacaklar bu sefer tıpkı 31 Martta oy kullandıkları gibi. Bu yıl biz başta olmak üzere birçok emek ve meslek kuruluşu Taksim’e çağrı yaptı. Taksim 1 Mayıs 1977 nedeniyle tarihsel önemi olan bir meydan orada 42 emekçinin yaşamını yitirdiği bizim için ve Türkiye halkları açısından manevi değeri olan bir meydan ve bu meydan bu yıl yine yasaklandı. 3 açıklama geldi bu konuda İstanbul valiliği yasaklandığını ifade etti İçişleri Bakanlığı yasaklama değil kısıtlama kararı olduğunu ifade etti. Çalışma bakanı ise böyle kısıtlamalar alırsanız dayanışma ruhunun zedelenmesinden söz etti. Kim doğru söylüyor. Hakikati İstanbul Valisi söylemiş ve bir kez daha Taksim 1 Mayıs’ını yasaklama ayıbı yaşayan bir iktidarla karşı karşıyayız. 
 
 
Milyonlarca emekçiyi 1 Mayıs alanlarında buluşmaya çağırıyoruz 
 
 
Biz bu tartışmaları elbette Taksim alanına sıkıştırmayacağız. Milyonlarca işçi emekçi alanlarda olacak taleplerini haykıracak ve yeni bir dönemin kapısını hep beraber işçi ve emekçi sınıfı zorlayacak ve yükseltecektir. Bütün bu yasaklama kararlarının yok hükmünde olduğunu ifade edelim. Bizler de DEM Parti olarak 1 Mayıs’ta Taksim meydanında olacağız. işçi ve emekçi halkımızla birlikte yan yana duracağımızı ifade etmek istiyorum. Bu güvenlik gerekçesiyle sürekli yasaklanan Taksim 1 Mayıs’ını hatırlarsınız 2010 yılında izin verilmişti ve o zaman tek bir işçinin burnunun kanamadığını, hiçbir sorun çıkmadığını hepimiz biliyoruz. Onun için burada güvenlik gerekçesinin sadece bir bahane olduğunu güvenlik önlemi alması gerekenlerin güvenliği gerekçe yaparak alanları, meydanları kadınlara, halklara, işçi ve emekçi sınıfına kapatma tutumundan bir an önce vazgeçmeleri çağrısını da buradan yapmak istiyoruz. Tüm emekçi kardeşlerimizi emeğin ve özgürlüğün ülkesini kurmak için geliyoruz şiarıyla 1 Mayıs meydanlarında omuz omuza sınıfın sesini yükseltmeye, bu işçi sınıfı düşmanı sermaye yanlısı iktidar karşı gücümüzü göstermeye, işçi ve emekçi örgütlülüğünü bir kez daha büyütmeye davet ediyoruz. Şimdiden bütün işçi ve emekçilerimizin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun. Bu bayram tarihi bir bayramdır. 77 1 Mayısı kadar önemli bir bayramdır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunun işçi sınıfının zorlayacağının önemli bir eşiğini göstereceğimiz bir bayramdır. Ben herkesin bu hassasiyetle sürece yaklaşacağına inanıyorum. Ve hükümete de bir an önce İçişleri Bakanlığına da bu yanlıştan dönme çağrımı buradan yapmak istiyorum.”