İdeolojik yol gösterici güç olarak parti ihtiyacı

  • 09:02 27 Ekim 2023
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Yüzyılımızı da özgür kadın iradesinin yükseleceği bir toplumsal zaman olarak görmek gerçekçidir. Kadınlar için belki de yüzyıl gerekebilecek kalıcı kurumlar düşünüp oluşturmak gerekir. Kadın Özgürlük Partilerine ihtiyaç olabilir. Özgürlüğün temel ideolojik ve politik ilkelerini sağlayıp pratikleşmesini yürütmek, denetlemek, bu partilerin hem gerekçeleri hem temel görevleri olmalıdır.”
 
Nagihan Akarsel
 
Tarihin devinimini bilmek ve “an”ı doğru tahlil etmek geleceğin öğretisini şekillendirdiği gibi bu öğretinin öznesinin etrafında gelişen örgütlenmeler de zamana yön verebilmektedir. İhtiyacı net bir şekilde ifade etmek, çağa iradi müdahaleyi gerçekleştirerek yön verecek kolektif ideolojik, bilimsel ve örgütsel dayanakları, doğrultuyu belirlemektedir. Belli bir amaç etrafında örgütlenerek sonuç almayı hedefleyen çok sayıda birlik, dernek, hareket, blok, kolektif, konfederasyon, ağ vb. olmuştur. Her birisi belli bir ideolojiye dayanan bu örgütlenmeler yaşanan sorunun çözümü ekseninde yaşam bulmuş, her birisi belli bir işlevi yerine getirmiştir. Belki, “Parti de bu formlardan biridir. Bunlar varken partiye ne gerek var!” denilebilir. Ancak partinin işlevi ideolojik ve pratik örgütleyici güç olması ekseninde gelişmek, bir nevi çekirdek yapılanma görevini yürütmektir.
 
Tarihte bu ideolojik pratik örgütleyici güç kimi zaman peygamberler, filozoflar, rahipler, bilge kişilikler olurken kimi zaman politik kimlikler ve etrafında oluşturulan okullar, tarikatlar ve mezhepler olmuştur. Mesela Atina felsefe okulları, Hristiyanlığı oluşturan ve “yoksulların ilk enternasyonalist partisi" (Abdullah Öcalan) olarak nitelendirilen Esseniler Tarikatı, sosyalizmin ilk tartışmalarını yürüten Saint Simoncular, Fourierciler gibi. Yine pozitivizm, Marksizm, Anales Okulu, Frankfurt Okulu ideolojik örgütleyici olmuşlardır. 19. yüzyılın karakterini belirleyen işçi parti modeli olarak Leninist parti modeli veya 20. yüzyılın kaderini belirleyen ulusal partiler ve örgütsel yapılanmalar buna örnek olarak verilebilir. 1956 yılında Adorno ile Horkheimer arasında Leninist bir manifesto için yürütülen tartışmada sosyalist parti ihtiyacını somut bir şekilde gözler önüne seriyor. Adorno bu tartışmada Marx ve Engels gibi komünist bir manifesto ve parti gerekliliğinin önemine odaklandıklarını belirtiyor. 
 
Tüm bu örneklerde öngörünün ve öğretinin öznesi çağın karakterini belirlemektedir. Başlarken feyz aldığımız Gülten Akın’ın şiirinde geçen tohumu, fideyi ekenlerdir bu özneler. Aynı şiirin devamında geçen, “Artık siz istemeseniz de/Açar tohumunu yayılır toprağınızda” dediği durumdur. Çağın ruhuna, toprağın sesine uygun olduğu zaman istenmese de tohumunu toprağa yayan bir realite yani. Edebi olarak bu şekilde ifade etsek de siyasi literatürde bu örgütlenmelerin ideolojik ve örgütlü öncü gücü, parti olarak ifadeye kavuşmaktadır. Tohumu, fideyi eken kadınların zamanındayız bir kez daha. Artık biz istemesek de yayılıyorsa tohum toprakta bu realiteyi örgütleyecek özne olduğumuzun farkındalığıyla bir kez daha düşünelim partileri.
 
Peki parti dediğimiz nasıl bir oluşumdur? 
 
Kapitalist modernite ile beraber partiler ülkenin sorunlarına ilişkin program, örgütlenme, kaynak ve toplumsal desteğe sahip olma zorunluluğu ile bağlantılı ele alınmıştır. (Ender Akyol) Siyasal partiler türleri, temel örgütsel nitelikleri, ideolojileri, toplumsal tabanları gibi çeşitli yönleriyle farklı biçimlerde sınıflandırılmıştır. İlk örnekleri Amerika ve Fransa’da görülmeye başlanmıştır. 1680’li yıllarda Britanya’da kurulan Whigler ve Toryler, parlamentoda yer almak için kurulan partilerin ilk örnekleridir. Bu partiler daha sonra Liberal Parti ile Muhafazakâr Parti’nin temellerini oluşturmuşlardır. 1790’lardan sonra ilk siyasi partilerin ortaya çıktığı yer ise ABD olmuştur. Şimdi merkez sağ ve merkez sol olarak tarif edebileceğimiz birçok parti bu gelenekten gelmektedir. Parlamenter sistemde parti, iktidarı ele geçirme ya da karar alma sürecini ifade eden bir yapılanma olarak tanımlanmıştır. Daha çok iktidar muhalefet ilişkilerine odaklanan, seçim sisteminin etkileri ile partiler arası rekabeti esas alan ilişkiler söz konusudur. Kadınların oy hakkı mücadelesi yürüttüğü dönem açısından bu partilere üye olabilmek, seçme ve seçilme hakkına sahip olabilmek için ciddi bedeller ödenmiştir. Ancak sonuçta günümüzde dahi kadın kotası gibi ilkeler olmasa kadınlara yer verme ihtiyacı duymayacak bir sistem söz konusudur. Hakeza bu partilerdeki kadın varlığının biçimin ötesine geçtiği örneklerin yok denecek kadar az olduğu görülüyor. Yine 20. yüzyılın ortalarından itibaren Avustralya, Finlandiya, Polonya, İngiltere, Almanya, İsrail, Hindistan, İran, Mısır gibi ülkelerde de kadın partileri kuruluyor. Merkez sağ ya da merkez sol partileri ile aynı zihniyeti paylaşan bu partilerin de amacı seçime katılma ekseninde oluyor. Bunlar önemli oluşumlar olmakla beraber biçimsel kalmaktan öteye geçemiyor. Kadınların siyaset yapma potansiyellerini bu partiler içinde tüketmekten başka yollar açması önemli.
 
Leninist parti modeli 
 
Yine kadınların büyük bir enerjiyle katıldığı, emek verdiği sosyalist harekette yaygın olan bir devrimci parti modeli olarak Leninist parti modelinin tarihine bakalım. K. Marx ve F. Engels tarafından da parti, ideolojik ve politik bir organ olarak ele alınmıştır. Komünist Parti Manifestosu’nun programı olarak yazıldığı Komünistler Ligi, enternasyonal parti veya örgüt formatındaki ilk birlik çalışması olarak tarihe geçmiştir. Komünist Manifesto, 1848 yılında gerçekleşen Avrupa halk devrimlerinin genel programı olarak ele alınmıştır. O dönem dernekler ya da birlikler aracılığı ile çeşitli bir araya gelişler mevcut olmakla birlikte siyasal parti anlayışının oturduğu dönem daha çok 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başı olmuştur. 
 
Rosa Lüksemburg’dan eleştiri 
 
Marksist öğretideki “kendiliğinden sınıf”ın “kendisi için sınıf”a dönüşmesindeki sürecin iyimser bir evrimci bakış açısıyla kendiliğinden gerçekleşmeyeceği düşüncesi devrimci parti fikrinin temelini oluşturur. Lenin bu temelde, işçi sınıfına siyasal bilincin taşınması gerektiğini belirtecek, Leninist Parti modeli Komünist Hareket tarafından kabul görecektir. İşçi birliğinin merkezileşmesi, idare edilmesi, olası bir ayaklanmanın generalliğini üstlenmesi gereken bir öncü partinin varlığı Marksistler arasında evrensel bir ilke haline gelecek, Leninci parti anlayışı dünyanın dört bir yanına yayılan siyasal bir parti modeli olarak tarihe geçecektir. Partinin çarlık koşullarında idare edebilmesi ve varlığını sürdürebilmesi kaygısı partiyi şekillendirmede etkili olmuştur. Bu kaygıyla merkezi bir önderliğe (merkez komite) önem verilen Leninist Parti Modeli, iktidar hedefine odaklanmış siyasal kadroların birikimine dayanan bir modeldir. Lenin'in parti yapısının en önemli ilkesi demokratik merkeziyetçilik olmuştur; ancak bu sonra devrimin dinamizmini sürdürmede ciddi sorunlara yol açmıştır. Rosa Lüksemburg, Lenin'in ortaya koyduğu merkeziyetçi anlayışa karşı çıkmış, onun yaratacağı tehlikelerden bahsederek eleştiri yöneltmiştir. Lüksemburg, Lenin'e şu şekilde bir eleştiri yöneltmiştir: 
 
“Hareketi kımıldayamaz hale getirecek ve onu merkez komitenin manipüle ettiği bir otomata bu bürokratik deli gömleğinden daha keskin biçimde genç bir işçi hareketi, iktidara aç bir entelektüel elit karşısında köleleştirecek başka bir şey yoktur. (...) Gelin açık konuşalım. Tarihsel olarak gerçek bir devrimci hareketin işleyeceği hatalar, en zeki merkez komitesinin yanılmazlığından sınırsız ölçüde daha verimlidir.” 
 
Sonuç olarak devrimden sonra partinin rolü devletin sönümlenmesi gereken noktada, devleti daha da güçlendiren bir konumda kalmıştır. Öcalan ise Leninist Parti Modelini şöyle değerlendirmektedir: “Parti reel sosyalizmde sınırsız bir otorite ve iktidar kaynağına dönüştü. Ulus devlet modeli, en çok partileşme yolu ile kendini üretirken ulus devletlerde partiler ulus devlet iktidarını ele geçirmenin veya aynı iktidarı topluma taşırmanın ve meşrulaştırmanın aracı rolünü oynadılar. Reel sosyalizm bu anlayışın en çok uygulandığı ve tekleştirildiği sistem oldu. Tek partili sistem olmak parti devleti olmak anlamına geliyordu. Bu anlamda çözülüşten sonra eski Ortodoks reel sosyalist anlayışta ısrar eden komünist partiler ile ikinci olarak geçmişte kapitalist ülkelerde kök parti rolünü oynayan liberal partilerin liberal demokrat kanadına dönüşen partiler oldu.”
 
Dünyadaki Marksist-Leninist partilerin prototipi olarak ele alınabilecek Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne dönük eleştiriler değil konumuz. Ancak ideolojinin pratik öncülüğü yapmanın aracı olan partinin amaç haline gelerek, bürokratikleşmesinin ve iktidarı dağıtan değil iktidarın biriktiği merkez olmasının yarattığı sonuçları kadınlar olarak mücadele yöntemlerimizde değerlendirebilmeliyiz. Bununla birlikte Leninist parti modelinin dayandığı kadro kimliği bugün kadın mücadelesinin mustarip olduğu yönsüzlüğün aşılmasında bir ihtiyaç olarak açığa çıkıyor. 
 
Partilerin toplumlardaki rolü 
 
Partilerin toplumlardaki rolü konusunda Gramsci’nin siyasal parti kuramına değinmekte de fayda var. Gramsci temel olarak, kapitalist toplumlarda siyasal yaşamın temel dinamiğinin toplumsal gruplar ve sınıflar arasındaki hegemonya süreçleri olduğu varsayımından hareket etmiştir. Bu çerçevede de siyasal partileri toplumsal grupların ve sınıfların siyasal yaşamdaki temsilcisi olarak görmektedir. Gramsci siyasi parti kuramını yönetici sınıfın hegemonya süreçleri ile ezilen sınıfların karşı hegemonya çabaları şeklinde iki açıdan açımlamıştır. Birincisinde liberal demokrasinin işleyişini ve yönetici sınıfın hegemonyasını örgütleme yönüyle ele alırken ikincisinde, yeni bir toplumun kuruluşuna yönelik dönüştürücü bir toplumsal iradenin oluşturulması bağlamında ele almıştır. Gramsci, daha eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir toplum kurma çabasının da benzer biçimde bir siyasal önderliği gerektirdiğini belirtmiş ve bu önderin bir birey değil kolektif iradenin biçimlendiği bir “siyasal parti” (modern prens) olabileceğini ifade etmiştir. Gramsci siyasal partiyi kolektif aydın olarak tanımlamakta, yeni bir toplumun kurulabilmesi için gerekli dönüştürücü gücün modern prens olarak tanımladığı siyasal partiden geçtiğini belirtmektedir. Gramsci kolektif bir irade ve onun tarihsel rolü konusundaki görüşlerini partinin örgütlenme ve strateji konusundaki görüşleri ile tamamlar. Temsil edilen ile temsili yapan partiler arasında mekanik olmayan birbirini etkileyen ve besleyen organik bir ilişki olduğunu belirtir. Partinin kitlesi toplumsal gruplar ve sınıflar olurken siyasal partiler de temsilcisi oldukları kitleyi örgütlü ve özbilince sahip bir özneye dönüştürerek siyasal yaşama aktif bir şekilde katılmasını sağlamaktadır. 
 
Kolektif iradenin örgütlü gücü olarak partinin, kitlenin temsilcisi olması olarak tanımlanması partinin dönüştürücü etkisini daraltır. Partinin, toplumsal grupların kendileri için siyaset yapabilecek ve harekete geçebilecekleri gücü sağlayan canlı, dinamik bir organizma olarak tanımlanması günümüzün kadın mücadelesinin çoğulcu yapısına denk bir form olabilir. Diğer yandan kolektif iradenin forma kavuşmuş hali olarak parti, kadınların özneleşme mücadelesinde dayanacakları bir özsavunma mekanizması, nerde olurlarsa olsunlar yön bulmalarını sağlayacak bir pusula olabilir. Bu konuda Öcalan şöyle demektedir: 
 
“Yüzyılımızı da özgür kadın iradesinin yükseleceği bir toplumsal zaman olarak görmek gerçekçidir. Kadınlar için belki de yüzyıl gerekebilecek kalıcı kurumlar düşünüp oluşturmak gerekir. Kadın Özgürlük Partilerine ihtiyaç olabilir. Özgürlüğün temel ideolojik ve politik ilkelerini sağlayıp pratikleşmesini yürütmek, denetlemek, bu partilerin hem gerekçeleri hem temel görevleri olmalıdır.”
 
Not: Yazının Devamı “Küreselleşme ile Beraber Öznenin Yeniden Tartışılması” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır. 
 
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin “21. Yüzyıl: Kadın Yüzyılı” dosya konulu 17. sayısından kısaltılarak alınmıştır.