'Şiddete karşı farklı mücadele biçimleri tartışılmalı'

  • 09:03 28 Mart 2024
  • Güncel
Melike Aydın
 
İZMİR - Kadına yönelik şiddetin tırmanmasında cezasızlık politikalarının ve bunun kaynağı olan sistemli erkek egemenliğinin bulunduğunu dile getiren Kadın Savunma Ağı’ndan Çiğdem Çidamlı, alarm veren bu duruma karşı farklı mücadele biçimlerinin tartışılması gerektiğine dikkat çekti. 
 
Kadına yönelik şiddet dur durak bilmeden artarken, hükümet yetkilileri bu durumu önlemek adına bir çaba sarf etmiyor. Bu konuda resmi bir veri tutulmadığı gibi, kadın kurumları veya bazı medya kuruluşlarının tuttuğu çetelelerde şiddetin boyutu ortaya konuyor. Ajansımızın “şiddet çetelesi”ne göre, Şubat ayında 39 kadın katledildi, 15 kadın ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. 28 Şubat’ta bir günde 8 kadın, 8 ve 9 Mart’ta 2 günde en az 7 kadın katledildi. Kadına yönelik şiddet artarken, kadınların adli mekanizmalara ulaşamaması ve korunamaması katliamların meşrulaştırılmasına zemin hazırlıyor. 
 
Kadın Savunma Ağı üyesi ve de aynı zamanda yazar olan Çiğdem Çidamlı, kadın kazanımlarının hedef alındığına dikkat çekerek, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin öncesinden başlayan karanlık bir sürecin devam ettiğine işaret etti. 
 
‘Genel olarak şiddet arttı’
 
Türkiye’de hiçbir konuda güvenilir bir istatistik kaynağının bulunmadığını, kadına yönelik şiddet verilerinin ise kadın örgütlerinin, kadın haklarına dair haber yapan kuruluşların çabalarıyla kamuoyuna yansıdığını dile getiren Çiğdem “Tam olarak teyit edebileceğimiz bir şey yok ama genel olarak şiddetin arttığını söyleyebiliriz. Öte yandan sadece kadınlara değil hayvanlara yönelik şiddet de arttı” dedi. 
 
‘Sistemli erkek egemenliği, şiddet içeren bir yönetim biçimi’
 
Patriyarkanın, iktidar sahibi olarak tanımlanan varlığın çeşitli meşrulaşma mekanizmalarıyla kendi dışındaki bütün dünyayı tahakkümün parçası olarak meşrulaştırdığını ifade eden Çiğdem, “Sistemli erkek egemenliğinin başka ezme biçimleriyle de kaynaştığı sınıf egemenliği gibi bir şey bu. Dolayısıyla tahakküm ve egemenliği şiddetin bir yönetim aracı olmadığı bir sistem olarak hayal etmemiz zaten mümkün değil. Nerede tahakküm varsa orada gizli açık, dolaylı, dolaysız, fiziksel, fiziksel olmayan biçimlerde şiddet söz konusudur. Bütün 'yumuşak rıza üretme' mekanizmaları gibi görünen şeylerin arka planı çeşitli şiddet araçları ve biçimleridir. 21’inci yüzyıl ortasında insanın insan üzerindeki, doğa ve diğer varlıklar üzerindeki tahakkümünün de neredeyse insanın tahammülüne bile izin vermeyen bir aşamaya geldiği bir ortamdayız. Yani Türkiye’de günde 8 değil 18 kadın da öldürülebilir” şeklinde konuştu.
 
‘Fren mekanizmaları görüntüde var’
 
İstanbul’da bir kediyi katleden fail İbrahim Keloğlan’ın cezasızlıkla ödüllendirildiğini hatırlatan Çiğdem, kadına yönelik şiddetin karşısında çeşitli "fren mekanizmalarının" sadece görünürde var olduğunu dile getirdi. Çiğdem “Diyelim iki karakol düzgünce çalışabiliyor olabilir, iki mahkeme basınçla olumlu kararlar verebiliyor. Ama kadınların yapısal şiddetten uzak bir hayat güvencesinin hiçbir şekilde olmadığı bir ortamda bunları yaşıyoruz” diye konuştu. 
 
‘Şiddetin konuşulabilir olmasını sağlayan kanallar çoğaltılmalı’
 
Feminist hareketlerin kadın karşıtı politikalar ve kadına yönelik şiddet hakkında konuşulabilir olmasını sağlayan kanalları çoğaltması gerektiğinin altını çizen Çiğdem, sözlerini şöyle sürdürdü: “Depremde 100 binin üzerinde insanın öldüğünü biliyoruz ama elimizdeki rakam bunun üçte biri. Bununla ilgili hesap sorma, açıklama, konuşma mekanizması yok. Aynı şey iş cinayetlerinde de yaşanıyor. Hangi kirli mekanizma bunu üretti onu da bilmiyoruz. Kayıp çocuklar mevzusu var.  Birçok ölümün kaza veya kadermiş gibi gösterildiği bir ideolojik ortam var. İntihar gibi gösterilen, arkasında kontrgerilla tarafından kaybedilme durumu olan Gülistan Doku örneği var. Kadın cinayetlerindeki kirli, karanlık ağın ortaya çıkmaması için failleri koruyan, kollayanlara cezasızlık sağlanıyor. Erkek egemen iktidar karanlık ilişkiler yumağı ve hiyerarşik ilişkiler içinde birbirini koruyan; buna ‘erkek’ veya ‘kardeşlik’ bağları diyebiliriz. Bu tür karanlık cinayetler her alanda olduğu gibi ödüllendiriliyor.”
 
‘Türkiye’de birçok ölümü şüpheli hale getirmek kolay’
 
İktidarın birçok alanda olduğu gibi kadına yönelik şiddet olgusunda da hakikati yok etmek gibi sistemli bir politika yürüttüğünü dile getiren Çiğdem “Dolayısıyla birçok ölümün de şüpheli hale dönüştürülebilmesi kolaylaşıyor. Türkiye’de hakikate ulaşmak zaten çok zor ve herhangi bir kadın ölümünde de bu ölüm çok göz önünde olmadıysa ve bunu açığa çıkaracak ilişkiler yoksa şüpheli ölüm kılığına sokuluyor ” ifadelerini kullandı. 
 
‘İktidar uzlaşma alanlarını daraltıyor’
 
Çiğdem, kadın hareketinin özellikle 1990’lı yıllardan sonra erkek şiddetini açığa çıkarma, yasal çerçeveler, uluslararası sözleşmeler, sığınma evleri gibi kazanımlar elde ettiği bir süreci İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin öncesine dayanan döneme kadar yaşadığını anımsattı. Ancak uzun zamandır bu tür yasal kazanımların devlet egemenlik ilişkileri karşısında bir güvence oluşturmaktan çok uzaklaştığını belirtti. 
 
‘Yeni mücadele biçimleri tartışma konusu haline geldi’
 
Feminist özsavunma çerçevesinde yeni mücadele biçimlerinin tartışma konusu haline geldiğini dile getiren Çiğdem, son dönemde tek başına sokakta kalabilmesi nedeniyle saldırılara maruz kalsa da kadın hareketlerinin kadına yönelik şiddet ve cezasızlık politikalarına karşı etkin ve doğrudan eylem biçimi geliştiremediğini savundu. Çiğdem “Gidiyoruz mahkemelere, bizi muhatap kabul etsinler diye uğraşıyoruz. Mahkeme salonlarında dayanışma ilişkisi oluşturmaya çalışıyoruz. Erkek yargının böyle davranamamasını sağlayacak hangi doğrudan eylem biçimlerini yapıyoruz? Böyle yapan karakolun bir daha yaparken beş kez sürünmesini sağlamak için ne yapıyoruz? Bir dönem Arjantin’de kürtaj yasak olduğu dönemde koca bir kürtaj hareketi vardı. Yeraltı klinikleriyle v.b ile muazzam bir kamusallık ve onun araçlarını oluşturmuşlardı. Kadın hareketi bugün sokakta varlığını sürdüren bütün bu saldırılara karşı önemli bir direniş gücü olarak örgütlemeyi başarabilmeyi bunun araçlarını düşünmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum” şeklinde konuştu. 
 
‘Alarm veriyoruz ama gücümüz var’
 
İktidarın kendini LGBTİ+ düşmanlığı ile tahkim etmeye ve kadın hareketini bölmeye çalıştığını ifade eden Çiğdem, buna karşı doğrudan eyleme dayalı örgütlenmelere girişilmesi gerektiğini savundu. Bu gücün mevcudiyetini 8 Mart’ta İzmir’deki coşkulu kadın kitlesinin gösterdiğini belirten Çiğdem İstanbul ve İzmir gibi kentlerdeki bu kitlenin gündelik şiddete de doğrudan eylemlerle tepki gösterebileceğini ifade etti. Çiğdem “Buna yönelik örgütsel biçimlerimiz, platformlarımız, platformlarda kurduğumuz ilişkiler buna açık mı değil mi, uygun hale getirilebilir mi? Bunu tartışmalıyız. Bütün o farklılığı ve zenginliğiyle sonuçta hepimiz bağlayan en önemli mesele bu, bunun yarattığı umutsuzluk, tükenmişlik tek başına kalmışlık zaman zaman neden oradaki 3 saatlik coşkuyu bu kentin her yerinde her dokusunda her alanda birbiriyle aktif feminist öz savunma ilişkisi geliştirecek bir örgütlenme biçimine dönüştüremesin? Bunun iç engelleri vardır; benim örgütüm vs ama ‘alarm veriyoruz’ dediğimiz bir şey var” şeklinde konuştu.