‘Sur politikası deprem bölgesinde de aktif’

  • 09:10 27 Nisan 2023
  • Ekoloji
 
Melek Avcı 
 
ANKARA - Deprem bölgesindeki enkazların asbest çalışmaları yapılmadan kaldırılması ve hızlı inşa sürecine ilişkin “Topyekûn bir zehirlenmeye sebebiyet veriliyor” diyen Ekolojist Melis Tantan, bölgenin insansızlaştırılmasına dair ise, “Antakya çok kültürlü illerden bir tanesi. Maraş ve Malatya’da Alevi, Kürt yerleşimlerinin yaşadığı şey dün Sur’un yaşadığının ta kendisi “dedi.
 
Mereş merkezli meydana gelen iki büyük depremin üzerinden iki ayı aşkın bir süre geçti. 6 Şubat’ta meydana gelen depremler 11 kenti etkilemişti. İktidar ve yetkili kurumlar depremden günler sonra arama kurtarma çalışmalarına başlarken, yurttaşlar cenazelerini bile alamadan enkaz kaldırma çalışmaları başlatıldı. Uzmanların enkaz kaldırma çalışmaları sırasında çıkan, toplum ve çevre sağlığına zararlı olan asbest maddesi konusunda uyarıları dikkate alınmazken, bir yandan da yeniden inşa süreci devam ediyor. 
 
Enkaz kaldırma çalışmalarının yürütüldüğü Hatay'ın Samandağ ilçesinde asbestli molozların yerleşim yerlerine, zeytinliklere ve tarım alanlarına dökülmesine karşı çıkan depremzedeler, 20 gündür Yaşam Nöbeti tutuyor. Polis şiddetine maruz kalan depremzedeler, her şeye rağmen yaşam alanlarına sahip çıkıp şehrini terk etmiyor.  
 
Ekolojist Melis Tantan, deprem bölgesindeki enkaz kaldırma çalışmalarının halk sağlığına ve doğaya verdiği zararı değerlendirerek, betonlaşmanın tehlikelerine dikkat çekti.
 
Rant odaklı inşa
 
Daha önce yaşanan birçok depremin uyarı niteliğinde olduğunu, fakat iktidarın buna ilişkin politikalar oluşturmadığını hatırlatan Melis, tersine uygulanan rantçı ve talan siyasetinin felaketleri doğurduğunu söyledi. Melis, “6 Şubat’taki depremin diğerlerinden farkı var. Çünkü 20 yıllık AKP-MHP iktidarının kurumların içini boşalttığı, liyakatsiz kadroların yerleştirildiği ve gerçekten bir yalan ve talan düzeninin iyice yerleştiğine tanıklık ettiğimiz bir süreçti. Depremle çok açık bir şekilde gördük ki devletin bırakın öncesinden önlem almaya, depreme müdahale edecek kadroları ve imkanları kalmamış durumda. Gerçekten insan yaşamını öncelemiyor, bilimsel verilerle bir çalışma yürütmeyi öncelemiyor. Daha çok 20 yıldır devam ettirdiği kar ve rant odaklı sistemi deprem sonrasında da bir seçim çalışması olarak uyguluyor ve aynı zamanda orada çeşitli rant mekanizmalarını kendi yandaş firmalarını da devreye sokarak sözüm ona yaşamı kurmaya çalışıyor” dedi.
 
Depremin bir diğer tetikleyicisi HES’ler ve santraller
 
Hidroelektrik santrallerin (HES) ve barajların verimli tarım havzalarına sahip bu bölgelerde zeminin yapısını bozarak depremin tetikleyicisi olduğunu kaydeden Melis, “Aynı zamanda bu 11 il çok büyük bir tarım havzası ve Türkiye’nin tarımını karşılayan büyük bir bölge. Çok verimli arazilere sahip ama sulak arazileri de çok kıymetli. Tüm bu tarım arazileri ve nehirlerinin enerji yatırımına dönüştüğü, güvenlikçi politikalarının da uygulandığı bir bölge. Bölgede uzun zamandır inşa edilen barajlar belki de toprağın ve zeminin yapısını bozma nitelikleriyle depremin tetikleyicisi olduğuna ilişkin bir tez var. Malatya’da barajda yaşanan çatlaklar da aslında bu tarz yatırımların bölgede neden yapılmaması gerektiğinin bir işareti. Yine aynı şekilde termikler de öyle, Elbistan’da kurulu olan termik santral depremden sonra hala çalıştırılamıyor çünkü hasar almış durumda. Mersin belki bu 11 il içerisinde değil ama Akkuyu Nükleer Santrali yapılıyor ve depremde büyük bir sarsıntı yaşadı hatta birkaç bina da hasar almış durumda. Termiklerin, nükleer santrallerin ve barajların ne bu deprem bölgesinde ne de Türkiye’nin hiçbir yerinde olmaması gerekiyor” sözlerini kullandı.
 
‘Hangi binalarda asbest kullanıldığının tespiti yapılmadı’
 
Deprem bölgesinde enkazları kaldırılırken yasaklı olan asbestin bölgeye döküldüğünü dile getiren Melis, bu maddenin kanser etkisi yarattığını kaydetti. Melis, “Binalarda yalıtım malzemesi olarak kullanılan bir doğal mineral asbest ama tozuduğu andan itibaren kanser etkisi yaratan, insan ve doğa sağlığına olumsuz etki eder. Yasaklanmasının nedeni de bu ama yasaklanmasından önce yapılan binalarda Türkiye’nin hemen hemen her yerinde özelikle köylerde beyaz toprak olarak kullanımı mevcut. Deprem bölgesinde hangi binalarda asbest kullanıldığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Depremin en başından beri asbest uzmanlarının, meslek odaları ve ekoloji örgütlerinin çağrısı şuydu; Hangi binalarda asbest kullanıldığının tespiti yapılmalı. Bunun tespiti, hangi binanın hangi yılda inşa edildiğinin listesi çıkarılacaktı ve yasaklamadan önce inşa edilmiş binaların asbest kullanılmış mı diye bir ön tespiti yapılacaktı. Yıkılan binalar açısından bu tespit çok mümkün değil, çünkü tozuma ister istemez oluyor ama yerinde ayrıştırmalar yapılarak, asbest uzmanlarının bu çalışmalara katıldığı enkaz kaldırma süreçleri yaşanmalıydı. Ne yazık ki depremin üzerinden geçen iki ay boyunca ne asbestin tespiti yapıldı ne ayrıştırmalar yönetmeliğe ve insan sağlığına, doğa sağlığına uygun yapıldı” diyerek çalışmaların hala bu şekilde devam ettiğinin altını çizdi. 
 
‘Tüm Antakya’nın enkazı Narlıca’da zeytinliklere dökülüyor’
 
Yıkımı gerçekleştirilen binalarda ve enkaz çalışmalarında çok kuralsız hareket edildiğini vurgulayan Melis, şu uyarıda bulundu: “Hem asbest ama sadece asbest değil, aynı zamanda bu kimyasalların tarım arazilerine, yaşam alanlarının yanlarına, yol kenarlarına, sulak alanlara, dere kenarlarına plansız bir şekilde bulunan ilk yer olarak döküldüğüne iki aydır şahitlik ediyoruz. Bunların bir tanesi zeytinlikler. Biliyorsunuz zeytinlikler korunan ve özel yasası olan alanlardır. Ama Hatay Narlıca’da tüm Antakya’nın enkazlarının zeytinlerin üzerine döküldüğüne tanıklık ediyoruz. Her geçen gün bu asbestli ve kimyasal molozlar başka bir kirliliğe neden oluyor. Bu dökülen yerler yetmiyor, kaldırılan her enkaz başka yere dökülüyor. Bölgeye baktığınızda hemen hemen her yerde enkaz yığını görebiliyorsunuz. Ayrıştırma yapılmamasının şöyle bir dezavantajı var; eğer asbestli bir bina ayrıştırılırsa kalanlar bir çimento yığını olarak görülebilir ama kimyasal ve asbestin ayrıştırılmaması yüzlerce enkaz bir araya geldiğinde kimyasal bir yığın oluşturuyor. Hem halk sağlığını hem doğa sağlığını daha da büyük tehlikeye atıyorsunuz. Bir süre sonra toprağa karışacak, yer altı sularına karışacak, oradan topraktaki besinlere karışacak topyekûn bir zehirlenmeye sebebiyet veriliyor. Bu sadece bugünü etkilemeyecek ne yazık ki bundan 10 yıllar sonrasını etkiyecek bir süreç.”
 
‘Hızlı yapılaşma AKP’nin seçim vaadi’
 
Enkaz kaldırma çalışmalarının derhal durdurulması ve bilimsel, katılımcı bir süreçle kaldırılması üzerinde duran Melis, söz konusu çalışmaların üçüncü bir yıkıma neden olduğu değerlendirmesi yaparak, şöyle devam etti: “Hükümet bunu bir seçim yatırımı olarak düşündü. Nurdağı’nın merkezi komple yıkıldı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ilk açıklaması burayı bir an önce inşa ediyoruz şeklindeydi. İnşa ettikleri yer tekrardan bir beton yığını, 3-4 katlı binalar, zemin etüdü yaptıklarını iddia ettikleri ama gerçekten bir planlı şehir yerleşimi kurulmadan uygun gördükleri bir yere bina inşa ettikleri bir süreç oldu. Yapılması gereken ise insanlar elbette kalıcı yerlerde yaşamalı ama kalıcı yerler yeni kentler demek beton yığınlarından oluşan, yan yana dizilmiş neredeyse cezaevi gibi yerler olamaz. Kentlerimizi bir toplumsal yaşam alanı, bir yuva, sosyalleşme mekanı olarak kurarız. Dolayısıyla başımızı sokacağımız bir beton yığınının çok daha ötesidir. Burada yapılması gereken şuydu, kalıcı yerleşim yerlerinin uygun yerlere ve insanların mutlu olabileceği, rahat edebileceği, daha büyük felaketler yaşamayacağı kaliteli bir şekilde kurulması ve kalıcı yerleşim yerlerinin TMMOB’a bağlı uzmanların, yerel halkın, ekoloji örgütlerinin, sağlıkçıların katılımıyla bir inşa süreci olmalı. Bu bir betonlaşmayı engelleyen, sosyalleşmeyi önceleyen, doğayla iç içe uyumlu bir yaşamı önceleyen bir yeniden yapılaşma şeklinde olmalıydı ama AKP-MHP iktidarının böyle bir süreci 20 yıldır olmadığı gibi depremi de bir fırsat olarak bilmeleri sonucu 11 il yandaş şirketlere bölüştürülerek inşa süreci başlamış durumda.”
 
‘Sur politikası deprem bölgesinde de aktif’
 
Depremden sonraki sürecin insansızlaştırma ekseninde yürütüldüğünü kaydeden Melis, “Yerleşim yerlerinin şehirlerden uzak yerlerde, beton yığınlarıyla, toplumsal inşanın yeniden kurulmaması bu insansızlaştırma politikasının bir devamı. Bunu sadece depremde görmüyoruz. Bundan 7 yıl önce Sur’da yaşananın ta kendisi bu. Var olan kültürel değerleriyle, çok kültürlü kimliğiyle yaşayan, toprağından, doğasından, kentinden ayrı yaşamayan, çeşitli topluluklarla bir arada yaşayan insanların tüm ilişki ve kültürel ağlarını dağıtan; onları kimliksizleştiren, toplumsal ilişkilerinden uzaklaştıran ve yalnızlaştıran politikalar. Bu, 20 yıldır iktidarın uyguladığı politikaların devamıdır. Sur gerçekten önemli bir örnek. Çünkü bugün Antakya çok kültürlü ilçelerden bir tanesi. Maraş ve Malatya’da Alevi, Kürt yerleşimlerinin yaşadığı şey dün Sur’un yaşadığının ta kendisi. Ne yazık ki burada da kentleşme politikaları toplumu dağıtan ve kimliksizleştiren bir politika olarak kendini dayatıyor şu anda” diye konuştu.