Kıtaların direnişi (3)

  • 09:01 28 Şubat 2024
  • Dosya
 
Soykırıma karşı sessizliğini bozan kadınların ülkesi 
 
Derya Ceylan
 
HABER MERKEZİ - Yaklaşık bir milyon insanın katledildiği ve 500 bine yakın kadın ve çocuğun cinsel işkenceye uğradığı Ruanda Soykırımı’nın ardından, sessizliğini bozan kadınlar, bir yandan örgütlenmelerini sürdürürken, bir yandan da sosyal ve ekonomi politikalarında öncülük yapmaya devam ediyor. 
 
Dünya genelinde kadın direnişi, her kıtada geçmişte olduğu gibi bugün de devam ediyor. Tarihsel sürece bakıldığında hegemon güçlerin çıkarları doğrultusunda yürüttüğü politikalar sonucunda neredeyse her kıtada, kimi ülkelerde dönem dönem iç savaşlar yaşanır. Bu savaşlardan en çok etkilenenler kadın ve çocuklar olurken, kimi ülkelerde ise soykırıma varacak şekilde sonuçlanan savaşlarda yüzlerce kadın ya da çocuk cinsel işkenceye uğrar. Tüm bu suçlara karşı kadınların direnişi ise bugünlere kadar gelir. 
 
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kıtalar dosyamızın ikinci bölümünde Afrika kıtasında bulunan Ruanda’da yaşanan iç savaş ve sonrasında kadınların mücadelesine odaklanıyoruz. 
 
Soykırım öncesi Ruanda
 
Ruanda’da yaşanan soykırıma değinmeden önce 19. yüzyılın sonlarına uzanalım. Bu tarihlerde krallıkla yönetilen ülkede, tüm yetki ve güç kralın elinde toplanırken, merkezileşmiş, hiyerarşik bir yapı hüküm sürer. Bu dönemde kimlikler üzerinde yürütülen siyasi yaşam, sömürge yönetimler tarafından da sürdürülür. Ülkede Hutu ve Tutsiler olmak üzere iki farklı ırk yaşar. 1890-1916 yılları arasında ülkeyi ilk işgal eden Avrupa ülkesi Almanya, Ruanda’da yönetime karşı gelenlerin bastırılmasına yardım ederek yönetimin merkezi gücünü kuvvetlendirmesine destek olur. Ruanda’nın bugünkü sınırları, İngiltere’nin işgalindeki Uganda ve Belçika’nın işgalindeki Kongo ile olan çatışmalardan sonra 1910 yılında çizilir. 
 
Irkçı söylemlerde artış 
 
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Belçika tarafından işgal edilen Ruanda’da “Hutu” ve “Tutsi” ayrımcılığı başlar. Bu süreci başlatan ise Belçika yönetiminin baskılarıdır. Tutsilere destek veren Belçika, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1950’lere kadar bu desteği sürdürür. Sonrasında ise Birleşmiş Milletler’in (BM)  baskısı üzerine ülke yönetimi, Hutulara hem yerel yönetim seçimlerinde hem de kamusal alanda çalışabilmek gibi olanaklar sağlanır. Yeni düzenlemelere tepki gösteren Tutsilere karşı bu kez de Hutuların güçlenmesi sağlanır. Ülke nüfusunun yüzde 85’ini oluşturan Hutular, bu süreçte ırkçılığa ve ayrımcılığa dair söylemlerini arttırır. 
 
Şiddet yayılır
 
1952 yılında bağımsızlığını kazanan Ruanda’da Hutular ve ile Tutsiler arasındaki karşılıklı çatışma, 1962 yılına kadar sürer ve bu süreçte Tutsiler ve Belçika yönetimi arasında şiddet ve milliyetçilik de artar. Siyasi partiler arasındaki şiddet, özellikle kadın ve çocuklar başta olmak üzere halka yönelik uygulanmaya başlar. Irkçı söylemler ise her geçen gün yayılırken, yaklaşık bir yıl süren şiddet olayları, Belçika’nın Tutsilere saldırması ve Hutuların partilerine desteğini arttırmasıyla sona erer. 1962’de resmen bağımsızlığını ilan eden Ruanda’nın tamamını kontrol altında tutmak için Hutular, kendilerine muhalif olan Hutu ve Tutsileri katleder. Bu tarihte Ruanda’da ırka dayalı tek parti diktatörlüğü kurulmuş olur. 
 
Katliamlarla geçen yaklaşık 5 yılın ardından 
 
Öte yandan 1968-73 yıllarında yaşanan şiddetten dolayı Uganda’ya kaçan Tutsiler, burada ülke yönetimlerinde yüksek makamlara gelir. Mülteci Tutsiler, kendi ülkelerine dönmek için Ruanda Yurtsever Cephesi’ni (RPF) kurarak gerilla savaşı başlatır. Juvenus Habyarimana, sürgündeki Tutsilerin geri dönmesi için görüşmelerin yapılabileceğini önerir. Ancak Tutsiler, kurdukları parti altında 1 Ekim 1990’da hakları için mücadele etmeye başlar. Ruanda Hükümeti, askeri yardımları ve RPF’yi durdurur. Ancak RPF direnişe devam edince, hükümet, kendileriyle bir dizi görüşme gerçekleştirir. Hükümet ve gerillalar arasında yönetimdekilerin gücünün azaltılması kararı ve Tutsilerin haklarının genişletilmesini içeren Arusha Antlaşması imzalanır. Antlaşmanın ardından muhalefet partileri çoğalır ve önemli destekler elde eder. Bu partilere karşı kurulan Hutu partileri de uç noktada bir politika yürütür. Çok partili siyasetin yaşandığı bu dönemde şiddet daha fazla çoğalır. Çok partili dönem ve yaşanan iç savaş,  Juvenus Habyarimana’nın yönetime getirdiği yönetici grubun konumunu tehdit ettiğinden bu grup mevcut konumunu kaybetmemek için resmi olmayan uygulamalarda bulunur. 
 
Yöneticilerin bu uygulamaları, şiddetin soykırıma evrilmesinde etkili olur. Çünkü Ruanda yönetimi, askeri kanadı ile birlikte direnişe geçen Tutsileri hedef gösterir. Ordu, RPF’yi destekleyen politikacı ve sivilleri içeren çoğu Tutsi olan bin 500 kişinin ismi olan bir liste hazırlar. Bu kişilerin katledilmesi için ordu ve hükümet şiddeti arttırır. 
 
Hükümetin aynı zamanda radyo aracılığıyla da Tutsi karşıtı yürüttüğü propagandalar, Tutsilerin RPF işbirlikçisi olduğu, Hutuları yok ederek Tutsilerin monarşiyi yeniden kurmak istedikleri iddiaları üzerinden yapılır. Hükümet, basın yoluyla tüm Hutuları, buna karşı birleşip saldırmaya çağırır. Ordu ve hükümet, saldırılara öncülük ederek, Tutsilere ve muhalif Hutulara karşı şiddet kullanır. 1993, Ruanda için ayrımcılık söylemlerinin siyasette, sanatta, sokakta arttığı ve istikrarsızlığın doruk noktasına ulaştığı yıl olur. Üç yıl süren şiddet, politikacıları daha sert, sivil halkı ise tedirgin hale getirir. Hükümet ordusunu güçlendirirken, Tutsi partisi olan RPF’de silahlanarak savaş hazırlığı yapar. 
 
Şiddetin soykırıma dönüşmesine neden olarak Juvenus Habyarimana’nın, Burundi başkanının ve bazı Ruandalı siyasetçilerin bulunduğu uçağa düzenlenen füze saldırısı gösterilir.  Soykırım, 7 Nisan günü Ruanda ordusu genelkurmayının emri ile hareket eden yerel hükümet ve Hutu milislerinin, ılımlı Hutu siyasetçilerini ve Birleşmiş Milletler Barış Gücü görevlisini öldürmesi ile başlar ve toplu katliamlar, başkent Kigali’den Ruanda’nın diğer bölgelerine yayılır. Tutsilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde yerel yöneticiler soykırıma karşı kendilerini savunarak direnmeye çalışsa da ulusal yetkililer direnişçilerin birçoğunu katleder. Devlet destekli radyo programları sivil Hutuları, komşularını (Tutsi ve ılımlı Hutu) katletmeye çağıran yayınlar yaparken,  Hutuları, Tutsilere karşı kışkırtır. Ülke genelinde iç savaş şiddetlenir ve Tutsilere yönelik toplu katliamlar gerçekleşir. 
 
Yüzlerce kadın ve çocuk cinsel işkenceye uğradı 
 
Ruandalı askerler, Tutsileri ve muhalifleri askeri kamplarda tutar ve işkence eder. Tutsiler mezar kazdırılması için zorlanılır ve bu mezarlara canlı bir şekilde gömülür. Hamile kadınlara işkence edilerek, uzuvları parçalanır. Evlerinde saklanan Tutsiler ise, evlerinin ateşe verilmesi sonucu yaşamını yitirir. Yüzlerce kadın ya da çocuk cinsel işkenceye uğrar.  
 
Ülkede 4 Ağustos 1993’te Ruanda hükümeti ile Ruanda Yurtsever Cephesi arasında iç savaşı sona erdirmek için Arusha Antlaşması imzalanır. Arusha’da yapılan görüşmelerde, çok partili hayata geçme, ılımlı Hutu muhalifleri ve Ruanda Yurtsever Cephesi üzerine hükümet kurulması ve bir seçim yapılması kararı alınır. Ancak seçimlere gidip muhalif Hutu ve Ruanda Yurtsever Cephesi üzerinden koalisyon yapılamayınca barış antlaşması uygulanamaz. Öte yandan Juvenus Habyarimana’nın failleri net olarak bulunmaz. Bu konuda RPF, Fransa ve Belçika üzerinde durulsa da netleştirilemez. 
 
Ruanda hükümeti suçlu bulunur
 
Ruanda’da insan haklarını savunma derneklerinin talebi ile kurulan African Watch ve Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu temsilcilerinin başkanlık ettiği uluslararası araştırma komisyonu, 8 Mart 1993’te yayınladığı raporda, Ruanda hükümetini 1990 ve 1993 yılları arasındaki insan hakları ihlallerinde suçlu bulur. Rapora göre, katledilenlerin binlercesinin Tutsi olması nedeniyle hedef alınan grup bilinçli olarak seçilir. Sivillerin yerel idare birimlerinin koordine ettiği saldırılarda, Ruanda ordusu ve devletin eğittiği milisler tarafından katledilmesinde Ruanda devlet başkanı ve üst düzey yetkililerin bu milislere müsamaha göstermesinden dolayı sorumlu olduğu belirtilir. Ülkede üç ay içinde en az 1 milyon Tutsi ve muhalif Hutu katledilir. 
 
Cinsel işkence soykırım suçu kapsamına girer 
 
BM Güvenlik Konseyi öncülüğünde 18 Aralık 1994 tarihli 955 sayılı karar ile insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları hakkında yargılama yetkisine sahip Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulur. Savcılık, mahkemenin kurulmasından bir yıl sonra ilk iddianamesini sunar ve ilk duruşma, 1997 yılının Ocak ayında gerçekleşir. Mahkeme, 81 fail hakkında iddianame düzenler ve bu faillerden 62’si tutuklanır. Geçici hükümet başkanı Jean Kambanda soykırım suçundan ömür boyu hapis cezası alır. 1994’te hükümetin 14 bakanı üst düzey askeri yetkilisi, dini liderler, yerel başkan olan Jean Paul Akayesu başta olmak üzere çok sayıda mahalli ve merkez hükümet yetkilileri de, Tutsilerin katledilmesi için halkı kışkırttığı ve doğrudan emirler verdiği gerekçesiyle soykırım suçundan sorumlu tutulur ve mahkum edilir. Savcı, Tutsi kadınlara yönelik cinsel işkencenin de soykırım suçu kapsamına girdiğini ifade eder ve cinsel işkence hukuku ilk kez incelenir. Cinsel işkence suçunun insanlık dışı bir eylem olarak insanlığa karşı bir suç oluşturabileceğini kaydeder ve bu suç, ilk kez Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım olarak kabul edilir. 
 
Kadına ve çocuğa yönelik suçlara ilişkin raporlar 
 
Soykırımın ardından Afrika Birliği Örgütü, hazırladığı raporda, hayatta kalan kadın ya da çocukların neredeyse tamamının doğrudan cinsel işkenceye uğradığını ya da bir şekilde cinsel işkenceden etkilendiğini belirtir. Cinsel işkenceden sağ kurtulanların psikolojik açıdan durumlarına dikkat çekilen raporda, bu durumun kadın ya da çocukların hem topluluklarından hem de ailelerinden dışlanmalarına neden olduğuna işaret eder. Cinsel işkenceye uğrayanların çoğunun maruz kaldığı durumu itiraf etme noktasında isteksiz olduğu kaydedilen raporda, kimi kadın ya da çocuğun yaşadıklarını paylaşabildiklerine değinilir. 
 
Ruanda Soykırım Arşivi kurulur
 
Birçok kadının bu konuları kamuoyu önünde konuşmaktan çekinmesine rağmen Ruanda Soykırım Arşivi, tecavüz ve cinsel şiddeti tartışmak isteyen kadınlara bunu yapabilecekleri bir platform sağlarken, kadınların yaşadıklarını anlatmalarının kendileri için de faydalı olabileceğine işaret edilir. 
 
Soykırım sırasında sistematik bir şekilde tecavüze uğrayan ve bir Hutu siyasetçisi tarafından alıkonulan Rose Rwabuhihi, soykırımda eşleri yaşamını yitirenlerle beraber bir derneğin kurucu ortağı olur. Güney Eyaleti Soykırımdan Sağ Kalanların seçilmiş temsilcisi olur. 
 
‘Bildiklerimi söylemeye devam edeceğim’
 
Hayatını tehlikeye atmasına rağmen, fırsat buldukça televizyonda, radyoda ve yerel etkinliklerde soykırım ve tecavüz konularını dile getiren Rose, ifadesini Ruanda Soykırım Arşivi’ne kaydederek, bu konuları tartışmak için başka bir çıkış noktası daha bulur. Rose ayrıca açıkça konuşmaya devam ederek, tecavüz faillerine ilişkin, “Bildiklerimi söylemeye devam edeceğim. Orada bunu saklamayacağım gün yok” der. 
 
‘Sesimizi yükseltmemiz gereken bir gerçek var’
 
Kadınlar tanıklıklarıyla da geleneksel kadın figüründen uzaklaşırken, aynı zamanda kadınların çoğu daha da ileri giderek seslerinin duyurulmasının gerekliliğini vurgular. Rose, kendisi gibi hayatta kalanların tarihi olayları doğru bir şekilde anlatma görevinin olduğuna inanır. Rose şu ifadeyi kullanır: “Ülkemiz için yapabileceğimiz şeyler var. Ülkemizin gerçek adalete kavuşması için sesimizi yükseltmemizi gereken bir gerçek var. Hayatta kalanlardan bu bilgiye ihtiyaç var.” 
 
‘Sessiz kalmak en büyük hata’
 
Bir başka kadın Sara ise yaşadıklarını şu sözlerle özetler: “Burada, Ruanda’da olup bitenler konusunda sessiz kalmak en büyük hata olur. Kimse beni bunu yapmam için eğitemez, çünkü sessiz kalamıyorum.” Laetitia’ya göre ise hayatta kalanların ifadelerini kaydetme ihtiyacı, ulusal düzeyde açıkça ifade etmenin ötesine geçer, ancak uluslararası ölçekte soykırımla mücadele için de gerekli olduğu vurgulanır. Laetitia, “Ruandalılar tarihimizi dünyanın geri kalanıyla paylaşarak dünyaya yardım etmeli, onlara dünyanın burada yapılan hataları tekrarlamamasına yardımcı olmak için işlerin gerçekte nasıl olduğunu anlatmalı. Benim gördüğüm kadarıyla, soykırımla mücadele etmenin başka yolu yok. Nasıl gerçekleştiğini gösterin” ifadelerini kullanır. 
 
Kadınlar haklarını aramaya devam ediyor
 
Ruandalı kadınlar, hükümetin, etnik köken, soykırım öncesi tarih, soykırım veya cinsel şiddet gibi konularda açıkça konuşmasını ve kamusal söylemi aktif olarak şekillendirmek ister. Bu nedenle ülkede dayatılan sessizlik kültürü ve ifade özgürlüğü eksikliğinden dolayı aldığı tüm eleştirilere rağmen Ruanda Soykırım Arşivi’nde yer alan ifadeler, durumun evrensel olarak böyle olmadığını gösterir. Ruanda’da ifade özgürlüğünün olduğu sadece birkaç platform var, ancak daha fazlasına ihtiyaç olduğunu kadınlar da her fırsatta vurgular. 
 
Cinsel işkence soykırımın aracı olarak kullanılır
 
Gazeteci ve yazar Heather B. Hamilton, 10 Ocak 2000 tarihinde Reifweb isimli insani yardım dergisinde yayınlanan “Ruanda’nın kadınları: Yeniden yapılanmanın anahtarı” başlıklı makalesinde, Ruanda’da özellikle kadınların hedef alındığına dikkat çeker. Soykırım sırasında, çok sayıda Tutsi kadın ve çocukları sistematik bir şekilde cinsel işkenceye uğrarken, birçoğu da kaçırılır. Ailelerini de katleden erkekler, çoğunlukla da komşuları tarafından cinsel işkenceye uğrar ve hamile bırakılır. Bazı kadınlara tecavüz edilir, ardından palayla vurulur, Hutular tarafından katledilen birçok kişi ise toplu mezarlara gömülür. Sistematik cinsel işkence, Tutsi kadınına, ailesine ve toplumuna karşı bir soykırım aracı olarak da kullanılır.
 
Yaklaşık 500 bin kadın cinsel işkenceye uğrar
 
Ülkede cinsel işkenceye uğrayan kadın ve çocukların tam sayısı bilinmezken, ABD Mülteciler Komitesi, soykırım sırasında hayatta kalan binlerce kadına, aralarında çocukların da bulunduğu binlerce kadının tecavüze uğradığını aktarır. Ruandalı bir sivil toplum kuruluşu olan Umut Kliniği Direktörü, soykırım sırasında 250 bin ila 500 bin kadının cinsel işkenceye uğradığını belirtir. Yine 1997 tarihli “Ruanda Çocukları ve Kadınları” adlı UNICEF raporunda şöyle denilir: “Tanıkların, tıbbi uzmanların ve mağdurların ifadeleri, sayıları yüz binlerce olan kadınların cinsel işkenceye uğradığını doğrular.” Öte yandan sadece Tutsi kadınlar değil, Tanzanya ve Zaire’deki Hutu mülteci kamplarında da cinsel işkence yaygındır. 1996-1997 yılları arasında geri dönen kadınların çoğu, Tutsi kadınlarla benzer işkencelere maruz kalır. 
 
Kadın örgütleri ve yeniden inşa çalışmaları 
 
Ülkede, çalışan yetişkin nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan kadınlar, yeniden yapılanmaya görevlerinin de çoğunu üstleniyor. Butare yakınlarındaki Save Komünü’ndeki bir dernek, komünlerinde yeniden inşa faaliyetlerinin neredeyse yalnızca kadınlar tarafından yürütüldüğünü ifade eder. Bu çalışmaların çoğu kadın grupları ve dernekleri tarafından yürütülüyor. Kadın dernekleri, hem kadınlara özgü çatışma sonrası sorunlara hem de normalde devlet tarafından sağlanan sosyal hizmetlerin eksikliğini gidermeye çalıştıkları için çatışma sonrası toplumda yeni bir önem kazanır. 
 
Yeni roller için hızla değişime odaklanma 
 
Öte yandan Ruanda hükümetinin bütçesinin yüzde 80’i dış yardımlardan oluşur. Ancak kadınların özel ihtiyaçları ve yeniden yapılanmaya katkıları dikkate alınmazken, yardımlar, yeniden inşada rol alan kişilere verilmez. Oysaki kadınların oynadığı yeni rollere dikkat çekilmez. Cinsiyet ve Kadının Teşviki Bakanlığı’nın iyileştirilmesine yönelik girişimleri, Ruanda hükümeti ve uluslararası toplum tarafından desteklenmeye ve öncelik verilmeye devam edilmesi istenir. Kadınların hayatta kalmak için toplumdaki konumunu benimsemeleri gereken yeni rollere yanıt olarak hızla değişir. Toplumsal değişim, her zaman yavaş olsa da ülkedeki çatışma sonrası kriz, kadınlar için sadece büyük zorluklara değil, aynı zamanda büyük fırsatlara yol açar. Yeniden yapılanma ve uzlaşmaya yönelik çabalar başarılı olacaksa da kadınlar, kamu temsilcisi, yeniden inşa etme aracısı ve barış inşacısı olarak yeni rollerinde desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerektiğini her fırsatta vurgulamaya devam ediyor.  
 
Birçok çalışma kadınlar öncülüğünde yürütülüyor
 
Soykırımın ardından nüfusun 5,5-6 milyon olduğu tahmin edilen ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 70’i kadınlardan oluşuyor. Ülkede birçok alanda işlerin kadınlar tarafından yürütüldüğü günümüzde, meclisin yüzde 61,3’de kadınlardan oluşuyor. Ülkenin hem sosyal hem de ekonomi politikalarını yürüten kadınlar aynı zamanda bakanlıkların da yüzde 54,8’inde yer alıyor. Bugün 12,6 milyona ulaşan ve kadın-erkek nüfusunun eşit olduğu ülkede son yıllarda temel sorunlardan biri olan sağlık ve kültüre dönük çalışmalar da yine kadınlar öncülüğünde yürütülüyor.