6 Şubat bir yıldır geçmedi: Semsûr

  • 09:02 5 Şubat 2024
  • Dosya
Öznur Değer
 
SEMSÛR – 6 Şubat depremlerinde devletin üçüncü günün ardından giriş yaptığı ancak yurttaşları kaderine terk ettiği Semsûr’da bir yılın ardından yıkım izleri hala taze. Her bir sokak arasında, caddede, mahallede yıkılan veya yıkılmayı bekleyen binaları görmek mümkünken, Semsûr bir yılın ardından “Sahipsiz kaldık” diyor.
 
Bir yılını geride bırakan Mereş merkezli 6 Şubat depremlerinin izleri, yıkımların ve ağır kayıpların yaşandığı 11 kentte sürüyor. Daha önce resmi olarak 50 bin 783 kişinin yaşamını yitirdiği açıklanan 6 Şubat depremine dair eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un bir açıklamasında “Depremde 130 bin canımızı kaybettik” sözleri resmi rakamların gerçeği yansıtmadığını bir kez daha gözler önüne sererken, depremin ilk yılı dolayısıyla düzenlediği basın toplantısında İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise güncel veri paylaşarak depremde 53 bin 537 kişinin yaşamını yitirdiğini ve 107 bin 213 kişinin ise yaralandığını ifade etti. Depremden doğrudan 14 milyon kişinin etkilendiğini açıklayan bakan, 2 milyon 302 bina ve 6 milyon 227 bağımsız bölümün hasar gördüğünü açıkladı. Depremi yerinde yaşayan yurttaşlar ise resmi olarak açıklanan rakamların gerçeği yansıtmadığını, yaşanan kayıpların açıklanandan çok daha fazla olduğunu vurguluyor.
 
6 Şubat depreminde “unutulduk” diyen ve devletin depremin dördüncü günü girmeye başladığı Semsûr (Adıyaman), depremin en ağır tahribatlarının yaşandığı kentlerden biri. Dosyamızın 5’inci bölümünde yönümüzü Semsûr’a çeviriyoruz.
 
En az 8 bin 387 kişi yaşamını yitirdi
 
Resmi olarak açıklanan verilere göre, deprem öncesi 632 bin 459 bin nüfusa sahip Semsûr’da 8 bin 387  kişi yaşamını yitirdi, 17 bin 499 kişi ise yaralandı. Yine resmi verilere göre 5 bin 826 binanın yıkıldığı kentte, 8 bin bina ise ağır hasar aldı. Semsûr şehir merkezi başta olmak üzere merkeze bağlı belde ve köyler ile Sergolan (Gölbaşı), Tut, Bêhiştî (Besni) ve Çîlikan (Çelikhan) ilçeleri depremden zarar gördü. Gerek Semsûrluların belirttiği gerekse de görünen tablodan, açıklanan resmi rakamların yaşanan tahribatın gerçek verilerini yansıtmadığını söylemek mümkün.
 
38 konteyner kent kuruldu
 
Yine açıklanan verilere göre Semsûr’da 38 farklı noktada 16 bine yakın konteyner kuruldu ve 56 bin depremzede konteyner kentlere yerleştirildi.
 
‘Adıyaman sahipsiz kaldı’
 
Bir yıl geçmesine rağmen kentin bir kısmında yıkım ve enkaz çalışmaları sürerken, bir kısmında ise yeni binalar inşa ediliyor. Binaların dağa kurulumu, olası bir depremin tahribatını azaltmaya yönelik. İnsanlar bir yandan normal yaşama dönmek isterken, öte yandan kent merkezinde karşılaştıkları yıkım manzaraları ve sürekli yaşanan artçı depremler normalleşmelerinin önünde ciddi bir engel olarak duruyor. Bir yanıyla geçimini sağlamak üzere çalışmak zorunda olan insanların yaşam mücadelesi, bir yanıyla ise konteyner kentlerde bambaşka bir yaşam süren insanların varlığı kenti adeta ikiye bölmüş durumda. Ev veya konteynerde yaşayan insanların ortak söylemlerinden biri “Adıyaman sahipsiz kaldı.”
 
Devletin girmediği yere siviller girdi
 
Devletin “unuttuğu” ve ancak kurumların üçüncü günün ardından giriş yapmaya başladığı, insanların Kurdistan’dan gelen yardımlar sayesinde yaşama tutunduğu, her evin bir şeylerini yitirdiği Semsûr’da depremin ilk yılına dair depremzedeler ile depremzedelerin imdadına koşan gönüllülere, sivil toplum örgütlerine ve sendikalara mikrofon uzatıyoruz.
 
Konteyner tavanı su damlatıyor ancak AFAD onarmıyor!
 
Malatya 3. Çevre Yolu Yeni K-11 Geçici Konaklama Merkezi’ndeki konteynerde tek başına yaşayan depremzede Zeynep Cömert (63), depremin ilk gününü hatırlatarak, ailesinden 3 kişinin yaşamını yitirdiğini ifade ediyor. Devletin olmadığını vurgulayan Zeynep, enkazdan çıktıkları gibi günlerce dışarıda kaldıklarını ve gelen yardımlar sayesinde hayatta kalabildiklerini kaydediyor. Depremin üçüncü günü çadır geldiğini ve birkaç aile ile birlikte çadırda kalmaya başladıklarını belirten Zeynep, aylar sonra kendisine konteyner çıktığını vurguluyor. Zeynep, “Perişan olduk. 3 gün boyunca kimse yoktu. Adıyaman öldü. Yağmurun, karın altında yaşamaya çalıştık. Burada keyifleri isterse yardım getiriyorlar, keyifleri istemezse getirmiyorlar. Bu konteynerde yaşamak zorunda kalıyoruz. İhtiyacımız olduğunda AFAD’a başvuruyoruz. Ancak bize ‘gelmeyin, nereye şikayet ederseniz edin’ diyorlar. Konteynerimiz tavandan su damlatıyor. Kıştayız ve yağmur, kar yağdığında içeriye su damlıyor. Üzerinin kapatılmasını istediğimizde yapmıyorlar. Ama defalarca talep etmeme rağmen yapılmadı. Artık başvuracağımız kimse yok. Burada görevli olanlar görevini yapmak zorunda ama yapmıyorlar” şeklinde konuşuyor.
 
Sağlık hizmeti yetersiz
 
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Semsûr Şube Eşbaşkanı Emine Esen Ulubey de deprem sonrası sağlık alanında yaşananları anlatıyor. 6 Şubat’ta büyük bir acı yaşandığını kaydeden Emine, depremzede olan sağlık emekçilerinin çok kısa bir zaman içinde göreve dönmelerinin istendiğini anımsatıyor. Devletin, depremzede sağlıkçılar yerine farklı yerlerde bulunan sağlıkçıların deprem bölgesine teminini sağlaması gerektiğine işaret eden Emine, “Sağlıkçı kaybımız varken, yeteri kadar sağlıkçı buraya gönderilemedi. Binalarımız yıkıldı. Burada sağlık hizmeti veren 400 yataklı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ydi. Normal koşullarda da Adıyaman için yetersizdi. Eskiden SGK ve Adıyaman Devlet Hastanesi de olduğu için hastalar bir şekilde dağılmış oluyordu. Gelinen süreçte sağlıkçıların bir kısmının tayin istemesi ve bir kısmının da yurt dışına gitmesi veya istifa etmesi sayıyı epey düşürdü. Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi ve İl Sağlık Müdürlüğü yıkıldı. Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi de 400 yataklının içine alınmış durumda” diyor.
 
Birçok hastalıkta artış
 
Acilde çok sıra oluştuğuna ve bunun toplumu olumsuz etkilediğine dikkat çeken Emine, “Birinci basamak şu anda hastane gibi çalışıyor. Birinci basamaktaki doktorlar poliklinik hizmetiyle 100’ün üzerinde hasta bakıyor. Depremle birlikte birçok hastalık da yükselişe geçti. Türkiye’de yaygın olan influenza, deprem bölgesinde asbestle birlikte daha yaygın görülmekte. Sağlıkçı ve doktor sayısı yetersiz. Birçok polikliniğe insanlar sıra almakta zorlanıyor. Randevular aylar sonrasına sarkıyor. Solunum yolu hastalıklarında ciddi artış var. Uyuz vakası çok fazla. Gribe bağlı göz enfeksiyonu vakası yaygın bir şekilde görülüyor. Doğal afet ve savaşlarda da en çok kadın ve çocuklar etkilenir. Herkes psikolojik anlamda bir çöküntü yaşıyor. Etrafımız enkaz. Özelde kadın ve çocuklar çok zor zamanlar yaşıyor” sözlerine yer veriyor.
 
‘Sanatın iyileştirici gücü var’
 
Mikrofon uzattıklarımızdan biri de Çocuk Çalışmaları Derneği (ÇocukÇA) gönüllüsü Beritan Tanışma. Toplumsal dayanışmanın, sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek dayanışma ve yardımlaşma ağlarını örgütlemesi sonucunda depremzedelerin ilk yaşamsal ihtiyaçları karşılanırken, hala sahada aktif çalışan Beritan, kurulan dayanışma ağını anlatıyor. Depremin yarattığı tahribatları ilk üç gün televizyondan izlediğini ardından devletin geç ulaşmasını görmesiyle Semsûr’a gitmeye karar verdiğini aktaran Beritan, “5-6 gün boyunca bir depoda kaldık. Ve insani yardım deposunda kalarak gelen yardım tırlarını depremzedelere ulaştırıyorduk. Bir süre sonra Diyarbakır Çocuk Kriz Ağı oluşturuldu. Bu ağda yer alan gönüllü arkadaşlar deprem bölgesindeki çocuklara psiko-sosyal destek verdi. Bunun ardından dernekler bunun devamını sağlamak için proje yazdı. Bu proje Rengarenk Umutlar Derneği ile ÇocukÇA’nın ortak projesiydi. Arkadaşlarımız ilk etapta 800 çocuğa dokundular. Bu projenin amacı sanat ve oyun atölyesi kurmak, kütüphane oluşturmak ve kil seramik atölyesi kurmaktı. Yanı sıra çocuklara ekolojik destek sunmak. Arkadaşlarımız çocuklarla birlikte bir tarım alanı da oluşturdu. Uzun süre elektrik olmadığı için biz çocuklara hizmet vermede sorun yaşadık. Sanatın iyileştirici bir gücü var ve bu çocuklara çok iyi geliyor. Ama bu süre zarfında devletin etkisinin ne kadar az olduğunu görebildim. Hala çok ciddi ihtiyaçlar ve eksiklikler var ve devletin yapması gerekeni biz STK’lar ve siyasi partiler yapıyoruz” ifadelerini kullanıyor.
 
‘Eşitsizlik ve hiyerarşik yapının ön planda olduğu bir süreç’
 
Saha çalışanı Sosyolog Zilan Baran da deprem sonrasında ilk problemin barınma ve ısınma olduğunu ifade ederek, temel yaşam ihtiyaçlarının giderilmesinin ardından esas kavganın başladığını belirtiyor. İlk etapta insanların stres bozukluğuna müdahale edebilecek yeteri kadar uzmanın olmadığını kaydeden Zilan, “İlk geldiğim süreç yıkımların daha fazla ama seslerin daha az olduğu bir süreçti. Çok ses yoktu, şehir sessizdi sadece çadır alanları sesliydi ama şu anda bir yıllık süre zarfında en büyük değişim bu seslerde oldu. Çünkü yıkımlar başladı. Birçok ev boşken, yıkımlar devam ediyorken, bu yıkımların konteyner kentlere yakın olmasının ve yıkım seslerine maruz kalmanın dezavantajları var. Konteyner kentte yaşayıp yıkım seslerine maruz kalanların travması tetiklenebiliyor. Depremi yaşamayan biz bile olası bir sarsılmada büyük korku ve panik hali yaşıyorsak insanların bunu yaşaması çok normal. Eşitsizlik ve hiyerarşik yapının ön planda olduğu bir süreç” diyor.
 
‘Mülteciler ötekinin ötekisi’
 
Bir süredir mültecilere ilişkin çalışma yürüten Zilan, mülteciler için durumun çok daha zor olduğunun altını çiziyor. Mültecilerin “öteki” olduğunu kaydeden Zilan, şunları söylüyor: “Kadın olunca ötekinin ötekisi oluyor. Çocuk olunca da ötekinin ötekinin ötekisi oluyor. Geçici koruma altındaki insanların yaşadığı problemler iki kat artıyor. Tehdit altında olduklarını hissediyorlar. Hizmet erişiminde sürekli sorun yaşamaları bunun kanıtı. İlk etapta sorun yaşamaları aileleri örseleyen bir durum. Sosyal dışlanma yaşadıkları için ana dilleri olmadığı halde öğrenmiş olduğu dili unutmaktan korkan bir anlayış var. Savaştan geldiler ve şu anda yine kamp koşullarında yaşıyorlar. ‘Savaştan ne farkımız var’ diye düşünüyorlar. Bunlar sadece bir boyutu. Ama insanlıktan utandıran boyutları da var. Sahada fark ettiğimiz bir diğer durum ise domların hala çadırda yaşıyor olmaları. Ötekinin kaç kat ötekisiler. Terliksiz, lavabonun, hijyenin olmadığı bir yerde, çadırda yaşıyorlar. Sobanın üzerinde su ısıtıp çadırda banyo yapıyorlar. Hala temel yaşam ihtiyaçları karşılanmıyor. Destek sunmaya çalışanlar sürekli bürokratik olarak engelleniyor. Şu anda yerelin durumu mülteci ve domlardan daha iyi.”
 
YARIN: Amed’de depremin bir yılı