Bir duruş olarak barış gazeteciliğini savunmak

  • 09:07 24 Temmuz 2022
  • Medya Kritik
 
Diren Yurtsever
 
İSTANBUL - Savaşlar yaşanmadan savaşın yakıcı sonuçlarının neler olabileceğini, bunun yansımalarını topluma sunmak ve bunu amaçlamak gerekir. Barış dilini savunmak ve hayata geçirmek bu yakıcı sonuçların yaşanmasına karşı bir duruş olarak geliştirilmeli.
 
Barış dili mümkün mü? Neden olmasın? Başta Ortadoğu olmak üzere dünyada yaşanan savaşlara karşı barışı savunmak, barışa ve demokrasiye barış dilinin tesis edilmesi ile katkı sunulabilir. Kuşkusuz bu konuda basın önemli rol üstleniyor.
 
Peki nasıl?
 
Bu sorunun yanıtlarından biri barış gazeteciliğini hayata geçirmektir. Bu konuda alternatif olabilmektir. Çünkü gazeteci sadece, yaşanan olayı, bilgiyi topluma sunmaz. Yaptığı haberler üzerinden bir algı/kamuoyu yaratır. Burada sorun bunu hangi amaç doğrultusunda yaptığıdır. Kuşkusuz egemen güçlerin güdümünde, onların ideolojisini onların çıkarlarına göre yeniden üreten bir pratiğin toplum yararına ve barışa katkı sunmadığı açıktır.
 
Bir duruş olarak barış dilini savunmak…
 
Oysa günümüzde barış dili hiç olmadığı kadar ihtiyaç. Çatışmayı körüklemek, toplumu ayrıştırmak ve eril dil kullanmak yerine bu dili reddederek; daha savaşlar yaşanmadan savaşın yakıcı sonuçlarının neler olabileceğini, bunun yansımalarını topluma sunmak ve bunu amaçlamak gerekir. Barış dilini savunmak ve hayata geçirmek bu yakıcı sonuçların yaşanmasına karşı bir duruş olarak geliştirilmeli.
 
Türkiye’de basın iktidarın amaçlarına hizmet ediyor
 
Türkiye’de ise barış dili bir yana geleneksel gazetecilik çerçevesinde bile değerlendirilebilecek bir dilin olmadığını söylemek mümkün. Bugün kendi çıkarları, “bekası” için halkların savaşın yakıcı sonuçları ile karşı karşıya kalmasına neden olan iktidarın bu amaçlarına, kontrolü altına aldığı basın da hizmet ediyor. Uzun süredir iktidarın başlattığı sınır ötesi saldırılarını bir “zafer” olarak göstermeye çalışan, savaşı yakıcı sonuçları ile değil de “kazanan/kaybeden” haliyle manşetlerine indirgeyen, hatta bu konuda yalan/yanlış haberler sunan iktidarın kontrolü altındaki medya-basın, yaşanan olumsuz sonuçlardan da elbette ki sorumlu.
 
Zaxo Katliamı’nı görmeyen Türk medyası, suçu örtme görevi üstlendi
 
Bunun en yakın örneğini ise 20 Temmuz’da Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi’nin Zaxo kentine bağlı Derkarê beldesinin Perex köyünü top atışlarıyla bombalaması sonucu en az 9 kişinin hayatını kaybettiği, 22 kişinin ise yaralandığı katliamda görebiliriz. Başta bölgedeki halk, siyasetçiler olmak üzere dünyanın birçok yerinden kınama açıklamaları ve protestoların yapıldığı, dünya basınının da yakından takip ettiği katliamı Türkiye’deki iktidar medyası görmemeyi tercih etti. Sadece görmemek değil, katliamın ertesi sabahında, katliamın yaşanmasına neden olan Türkiye’nin başlattığı saldırılar ile ilgili hükümran manşetler atarak, bu suçu örtme görevi üstlendi.
 
Gazete manşetleri
 
Bir süredir Kuzey ve Doğu Suriye’ye yeniden kapsamlı saldırma girişimleri için destek arayışında olan iktidarın sözcülüğünü yapan bu gazetelerin katliamın ertesinde attığı manşetler şöyle:
Sabah: “Sabah olmasa bizi yalana boğacaklardı” ve “Fırat’ın doğusundan ABD askeri çekilsin”
 
Gazete Pencere: “Bu kış için endişeliyim”
 
Milliyet: “ABD askeri geri çekilsin”
 
Yeni Birlik: “ABD Fırat’ın doğusunu terk etmeli”
 
Akşam: “Tahran dönüşü ABD’ye mesaj: Fırat’ın doğusunu terk edin”
 
Kimin zaferi?
 
Peki iktidar medyası savaşın yakıcı sonuçlarının yaşanmasında nasıl bir rol oynuyor? Sadece iktidarın suçlarını örtbas etmiyor elbette. Bu katliam gerçekleşmeden önce tarihsel ve güncel hesapları üzerine ovaları, dağları, yaşam alanlarını bombalayan, zehirleyen bu savaş halini Türkiye’nin elde ettiği bir “zafer” olarak sunup, algı oluşturmaya çalışıp, toplumu etkisizleştirmeye çalıyor. İkincisi; sonuçları “zafer” olmayan bu saldırılar ile ilgili yalan haber sunuyor. Üçüncüsü; bu savaşlarda, insanların, bebeklerin yaşamlarını yitireceği, kitlesel göçlerin yaşanacağı, doğanın tahrip edileceği, toplumun giderek yoksullaşacağı gibi pek çok sonucu gündemine almayıp, aksine savaşı körükleyen bir dil kullanarak rolünü oynuyor. Tüm bunlar olurken geride şu soru kalıyor: Zafer mi? Peki kimin zaferi?