‘Adalet tanrıçası’nı meslektaşı anlatıyor: Uğruna öldüğü şeye ulaşacağız

  • 09:15 26 Ağustos 2022
  • Portre
Rozerin Gültekin
 
İSTANBUL - “Adalet tanrıçası” ismiyle meslektaşlarının ve halkın beynine kazınan avukat Ebru Timtik’in yaşamını yitirişinin ikinci yıldönümü. Yaşamını adalet mücadelesine adayan ve bu uğurda da yaşamını yitiren Ebru’yu anlatan meslektaşı Çiğdem Akbulut, “Ebru’nun başlattığı yolda mücadele etmeye devam ediyoruz.  Bu mücadeleyi devam ettireceğiz ki Ebru’nun uğrunda yaşadığı ve öldüğü şeye ulaşalım” diyor.
 
Bütün yaşamı boyunca hukuksuzluğa karşı mücadele vererek haksızlığa maruz kalan herkesin avukatlığını yaparak hak ihlallerinin son bulması için çabalayan avukat Ebru Timtik’in yaşamını yitirişinin 2’nci yıldönümü. Ebru, 12 Eylül 2017’de hukuksuz bir şekilde gizli tanık beyanlarıyla Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu üyesi 20 meslektaşı ile birlikte gözaltına alındı. Gözaltından sonra 18 kişi çeşitli suçlamalarla tutuklandı. Bu davada Ebru Timtik’e “örgüt üyeliği” iddiasıyla 13 yıl 6 ay hapis cezası ve dosya kapsamında yargılanan avukatlara toplamda 159 yıl ceza verildi. 
 
Adil yargılama için açlık grevine başladı
 
ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal'ın da aralarında bulunduğu avukatlar 5 Şubat 2020’de adil yargılama talebiyle açlık grevine başladı. Burhaniye Cezaevi'nde tutuklu olan Aytaç Ünsal ile Silivri Cezaevi'ndeki Ebru Timtik daha sonra 5 Nisan'da açlık grevi eylemini ölüm orucuna çevirdiklerini duyurdu.
 
ATK ‘cezaevinde kalamaz’ dedi ama…
 
Bu süre zarfında İstanbul Adli Tıp Kurumu, iki avukat hakkında “cezaevinde kalamaz” yönünde rapor verirken, fakat İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi 30 Temmuz'da tutukluluk hallerinin devam etmesine, tıbbi takip ve tedavilerinin ilgili cezaevleri idaresince sağlanmasına karar verdi.
 
Eyleminin 238’inci gününde yaşamını yitirdi
 
Ebru bu karardan sonra zorla götürüldüğü Bakırköy Dr. Sadi Konuk Hastanesi’nde eyleminin 238’inci gününde yani 27 Ağustos 2020’de yaşamını yitirdi.  
 
Mücadele arkadaşı anlatıyor
 
Ebru’yu yaşamını yitirmesinin 2’nci yıldönümünde meslektaşı, mücadele arkadaşı ve aynı zamanda da avukatı ÇHD İstanbul Şube Başkanı Çiğdem Akbulut anlatıyor. Çiğdem, Ebru’nun yaşamına, mücadelesine ve kurmak istediği dünyaya dair konuştu.
 
‘Ebru abla…’
 
Ebru’ya “abla” diyerek hitap ettiğini ifade eden Çiğdem,  hayatının her alanında kendisine ablalık yapan Ebru ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “O ve arkadaşları Gezi’nin ardından tahliye olunca ilk defa fiziksel olarak tanıştım. İlk yan yana geldiğimiz yer Hasan Ferit Gedik’in duruşmasıydı. Mahkeme salonunda müvekkilini katleden uyuşturucu çetelerinin karşısında kavga ederken tanıdım. Gezi’de kaybettiğimiz Berkin’in dosyasını takip ediyordum o da avukatlarındandı. Ebru’ya abla demeye sebebiyet veren kocaman bir sevgi vardı. Bütün müvekkilleri için yaptıkları, yapabilecekleri, avukatlıktan öteye geçen o bağlılığı ve sonsuz sevgisi onu Ebru abla yapmıştı. Onun halkına olan sevgisi, inancı benim için büyüleyiciydi.”
 
Eşit bir dünya istiyordu
 
Ebru’nun hayatının mücadele içinde geçtiğini söyleyen Çiğdem, kimliğinden, kadın olmasından ve yoksulluğundan dolayı zorluklarla erken yaşta karşılaştığını dile getiriyor. Çiğdem, “Ebru yoksulların, ezilen halklar, kadınların özgür ve huzur içinde yaşadığı bir dünyayı hedefine koyan biriydi. Zengin fakir gözetmeksizin tüm çocuklar için aynı koşulların olması, aç kalmaması, okula gidemeyeceği bir ortamda olmaması, hiçbir kadının genç yaşta evlendirilmek zorunda kalmaması ve eşit bir düzende yaşaması için mücadele ediyordu” sözleri ile de Ebru’nun tezahüründeki dünyaya dikkat çekiyor.
 
‘Devrimcilerin avukatlığını yapıyordu’
 
Arkadaşının devrime inanan bir kadın olduğunu vurgulayan Çiğdem, Ebru’nun devrime olan inancını ve mesleğini birleştirerek bir yaşam sürdürdüğünü söylüyor. Ebru’nun ezilen ve hor görülen bütün kimliklerin yanında yer alarak avukatlıklarını yaptığını aktaran Çiğdem, “Devrimcilerin avukatlığını yapıyordu. Hapishanelerde, gözaltı merkezlerinde, emniyette devrimcilere uygulanan işkence ve kötü muameleler Ebru’nun en çok koştuğu konulardı. Hapishane sorunları, yoksul gecekondu mahallelerinde halka uygulanan baskılar, Kürdistan’da Kürt halkına yönelik uygulanan zulüm ön plandaydı. Çoğu zaman devlete ve adı devlet olmasa da güç sahiplerine karşı tüm ezilenler Ebru’nun takip ettiği, önüne aldığı dosyalar ve mücadele alanlarıydı. Ebru mesleğini sadece duruşma salonlarında hakimlere karşı ya da katillere karşı söz söylemek üzerinden değil hak aramanın her an her yerde olabileceğinin göstergesiydi” diyerek Ebru’yu tanımlıyor.
 
Herkes için açlık grevine girdiler
 
Ebru ve Aytaç’ın adil yargılanma talebiyle başlattığı açlık grevinin o dönem büyük ses getirdiğini ve hukukun yerle bir edildiğinin altını çizen Çiğdem, “Ebru ve Aytaç ilk açlık grevinden sonra ölüm orucunda sadece kendilerinden bahsetmediler. Adil yargılanma haklarının yanı sıra mahpusların yaşadıklarının sona erdirilmesi, halkın maruz bırakıldığı yoksullaşma ve doğanın uğradığı katliama dur denilmesi talepleri arasındaydı. Dönemin Anayasa Başkanı çıkıp Anayasa Mahkemesi’ne gelen başvuruların büyük çoğunluğunun adil yargılanma hakkının ihlalinden geldiğini ve bu sorunun çözülmesi gerektiğini dile getiriyordu. Bunu söyleyen Anayasa Mahkemesi bir ihlal verdi mi? Hayır vermedi. Samimiyetsizliği görüyoruz. Adil yargılanma ihlalleri devam ettiği sürece mücadele devam edecek” diyor.
 
İsimler farklı ama mücadele sürüyor
 
Bugün hala adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin altını çizen Çiğdem, annelerin adliye önünde adil yargılanma için başlattığı Adalet Nöbetleri’ni örnek veriyor. Yaşanan hak ihlallerine karşı mücadelenin hep devam ettiğini vurgulayan Çiğdem, “Ebru da mücadelesinin bir parçası olarak tutuklanan kardeşi Barkın Timtik için kış aylarında kardeşinin hukuksuz tutukluluğuna son verilmesi talebiyle günlerce nöbet tutmuştu. Aytaç’ın eşi avukat Didem haftalarca aynı adliyenin önünde bu talebi dile getirmeye devam etti. Anneler bugün devam ettiriyor. Ama bu sorunun çözümü için hiçbir faaliyette bulunulmadığını görüyoruz. Bu da mücadeleye devam etmek zorunda olduğumuzu gösteriyor. Ebru için büyük bir mücadele verdik ama gözü kulağı kapalı bir muhatap vardı karşımızda, yanıt vermedi. Çağlayan’ın önünde anneler, Urfa’da Şenyaşar ailesi ve insanlar bu mücadeleyi devam ettiriyor” ifadeleriyle mücadelenin sürdüğüne işaret ediyor.
 
'Zulme karşı direniyorum'
 
Ebru’nun yaşamını yitirmeden önceki bir ayını hastanenin güneş görmeyen bir odasında geçirdiğini hatırlatan Çiğdem, bu süre zarfı içerisinde birçok ziyaretçisi olduğunu ifade ediyor. Çiğdem, Ebru’nun eyleminden dolayı birçok eleştiri ile karşılaştığını ancak verilen cezaya sessiz kalmayıp bu eylemi gerçekleştirdiğini söyleyerek,  şöyle devam ediyor: “Bize düşen şey artık onun sesini yükseltmekti. Onunla görüştüğümüzde hep merak ettiği şey dışarıda insanların ne kadar duyarlı olduğu ve sesine ses kattığıydı. Hastane koşullarında çok mutsuzdu. ‘Hapishane bile daha iyiydi herhalde’ diyordu.  Ebru’nun söylediği şuydu; ‘Bu şartlarda bile inandığım şeye saldırı yürütülüyor. Ben adaleti savunurken hastanenin bu koşulları ile zulüm dayatılıyor. Bu zulüm varsa ben de buna karşı direniyorum.’
 
Devletin tahammülsüzlüğü
 
Yaşamını yitirdikten sonra da Ebru’ya yönelik saldırıların devam ettiğinin altını çizen Çiğdem, ilk olarak cenazesinde İstanbul Barosu’na asılan fotoğraftan dolayı soruşturma açıldığını ardından Baro Genel Kurulu’nda Ebru’yu andıkları için avukatlara soruşturma açıldığını ve son olarak da Göç İzleme Derneği’ne (GÖÇİZDER) yapılan baskında Ebru’nun fotoğrafının yırtılması örneklerini veriyor. Çiğdem, “Ebru’ya arkadaşları ile yargılandığı dosyanın içerisinde de ayrıca saldırmışlardı.  Ebru için ağır ithamlarda bulunmaları için dosyada olmayan tanıklar getiriliyordu. Bu saldırılar Ebru’nun yoksul olması, kadın olması, yılmayan mücadelesinin olması ve ne kadar terörist denilse de binlerce insanın, ‘hayır Ebru terörist değil Ebru başka bir şey’ deyip sahiplenmesiyle alakalı. Ebru’nun ki bitmeyen bir mücadeleydi. Bu devlet için korkutucu olduğundan sürdürülen bir saldırı. Ebru bizim kalbimizden silip atabilecekleri bir şey değil” ifadelerini kullanıyor.
 
‘Ebru’nun uğruna öldüğü şeye ulaşacağız’
 
Ebru’nun adaletin bir simgesi haline geldiğini vurgulayan Çiğdem, adaletsizliğe karşı mücadele eden bir nefer olduğunu belirterek meslektaşları olarak Ebru’nun mücadelesini devam ettireceklerini söylüyor. “Ebru’nun bize bıraktığı şey karşılaştığımız sorunlara karşı gidebileceğimiz son noktaya kadar mücadele etmek” diyen Çiğdem, “Bu adaletse, özgürlükse, bir işçinin alacağı ise, bir kadının özgürlüğüyse, devrimcinin işkence görmemesi için mücadele etmekse onu sonuna kadar sürdürmek. Büro arkadaşları, ait olduğu dernekteki arkadaşları, omuz omuza çalıştığı binlerce meslektaşı verdiği her hak mücadelesinde Ebru’nun adını anmaya ve Ebru’nun başlattığı yolda mücadele etmeye devam ediyor.  Bu mücadeleyi devam ettireceğiz ki Ebru’nun uğrunda yaşadığı ve öldüğü şeye ulaşalım” sözleri ile Ebru’nun mücadelesini arkadaşlarının omuzladığını kaydediyor.
 
Doğduğu toprak Dersim’e gitmek istiyordu
 
Ebru, Dersimli Kürt bir ailenin çocuğuydu. 42 yıllık yaşamını mücadeleye adamıştı. Polisin katlettiği Berkin Elvan, Dilek Doğan gibi isimlerin avukatlığını üstlenmiş, ezilen halkların yanında olmuştu. Yaşamını yitirmeden hemen önce “Dersim'i özledim. Burnumda tütüyor. Tahliye olursam ilk olarak toprağım Dersim'e gideceğim. Oraya gitmeden iyileşemem. Bu kadar derin hissediyorum" demişti. Ebru yaşamını yitirdikten sonra insan hakları için mücadele eden avukatlara verilen “Ludovic Trarieux Uluslararası İnsan Hakları 2020 Ödülü'ne layık görüldü.
 
Ölümünden sonra cezası bozuldu
 
Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, Ebru’nun ölümünün ardından ÇHD davasına dair kararını açıkladı. Yargıtay kararında ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, ölüm orucu eyleminin ardından hayatını kaybeden Ebru Timtik, Barkın Timtik, Ezgi Çakır hakkındaki verilen cezanın bozulmasına hükmederken, ÇHD’li 14 avukata verilen hapis cezalarını ise onadı.