Ferman hikayesi: Zamanın sandıklarında saklanan çocukluğum (5)

  • 09:01 2 Ağustos 2022
  • Portre
 
Özgürlük...
 
Rojbîn Deniz
 
ŞENGAL - Günlerdir parça parça öyküsüne kulak verdiğimiz Samar, henüz çocukken DAİŞ’in elinde maruz kaldığı işkenceye karşı tüm yaşanmışlıklarını mücadele gerekçesi yaparak, diğer kadın ve çocuklar için çabaya dönüştürüyor. Çünkü Samar, esaretin ardından yaşadığı özgürlük heyecanını daha fazla kadını ve çocuğu özgürleştirerek büyütmek istiyor. 
 
Soykırımdan kurtulanlardan Samar’ın öyküsü, binlerce Êzidî çocuğun öyküsüyle bir yerlerde kesişiyor. Her şeyi anlatırken tekrar tekrar yaşayan Samar, beklenmedik bir karşılaşma da yaşıyor…
 
Yer Şengal, tarih 3 Ağustos 2014. Êzidî toplumu 74’üncü kez fermanla DAİŞ eliyle yok edilmek istendiğinde, yanlarında PKK’den başka kendilerini savunacak bir güç bulamadı. Irak’ın ve KDP’nin adeta DAİŞ’e teslim ettiği Şengal’de 3 Ağustos’tan itibaren insanlığın bir daha asla unutamayacağı bir soykırım ve direniş tarihi yazıldı. Binlerce Êzidî’nin katledildiği, kadınların ve çocukların pazarlarda satıldığı, tecavüze uğradığı soykırım sürecinin etkileri hala devam ediyor. Hala DAİŞ’in elinde kurtarılmayı bekleyen ve sayısı tahmin edilemeyen Êzidîler varken, Şengal’i DAİŞ’e bırakarak kaçan güçlere karşı kendi özyönetimini inşa eden Şengal’e karşı, DAİŞ dışındaki güçlerin de saldırısı devam ediyor. Soykırımın başladığı dönemde çocuk olan ve DAİŞ’in esir aldığı çocuklardan olan Samar’ın gözünden yaşanan insanlık suçunu dinlerken, mücadelenin yeniden bir umudu nasıl yeşerttiğine de tanıklık ediyoruz…
 
O dönem 10 yaşında olan Samar, şimdi 18 yaşında. Söz yeniden Samar’da…
 
İki yıl aradan sonra ilk konuşma
 
“Aradan bir hafta geçmemişti ki Ebu Ayşa benim babamın telefon numarasını bulup getirdi. Beni çağırdı ve ‘Sen babanla konuşacaksın’ dedi. Söylediklerine inanamadım. 2 yıl geçmişti ve ne onlar ne de ben birbirimizden haber alabildik. Sonra annemle konuştum, bunca zamandan sonra annemin sesini duymak çok farklı bir duyguydu ve anladım ki benim ailem DAİŞ’in eline geçmemiş, dağlara çıkarak kurtulmuşlardı. Annemle daha konuşmaya devam ediyordum ki Ebu Ayşa’nın evine bir havan düştü ve telefon kesildi. Bana bir şey olmamıştı ama annem ne düşünmüştü! Büyük bir patlama sesinden sonra telefon kesilmişti. Kendi kendime, ‘Kesin annem şimdi öldüğümü düşünmüştür’ dedim. Bu duruma çok üzüldüm. Bunca yıldan sonra ilk defa onlarla konuştum ve konuşmamın sonunda onları daha fazla üzecek bir sesle kapandı.  DAİŞ’liler sonra tekrar annemi arayıp, ‘Senin kızın öldü’ diyorlar ve aileme yalan söylüyorlar. Ben bunu bilmiyordum sonra öğrendim. 
 
5 ayrı çocuk, aynı yaşanmışlık
 
Beni Türkiye’ye götürmek istediklerini söylüyorlardı. Ebu Ayşa bunun hazırlığını yapıyordu. Musul’da DAİŞ’e dönük operasyon başlamıştı. Her yerde mermi, havan, uçak ve her türden silah sesleri geliyordu. Tilafer üzerinden çıkmak istiyorlardı. Ebu Ayşa ile ailesi ben ve getirdikleri başka Êzidî kızlarını da kendisiyle götürmek istiyordu.  Yola çıktık, yol boyunca sürekli vuruluyorduk. Ya önümüzdeki araba ya da arkamızdaki araç vuruluyordu ama bir türlü bizim aracı vuramadılar.  Her yerden çok yoğun vuruyorlardı. Üç yer değiştirdik ve araçları sürekli değiştiriyorlardı.  Üç noktadan sonra benim de içinde olduğum Êzidî kızlarını bıraktılar ve kendileri kaçtı. Ebu Ayşa ve ailesi oradan kurtuldu ve Türkiye’ye Güney Kürdistan üzerinden gittiler. Beni Tilafer’de bir eve götürdüler. Orada bir Şii kız vardı. O da DAİŞ’in eline geçmişti. Biz Êzidî kızlarına yapılanların aynısı ona da yapılmıştı. İki saat geçmedi Koçolu bir kızı da aynı eve getirdiler.  Sonraki gün başka bir Êzidî kızı ve Hristiyan bir kızı da getirdiler. Biz toplamda 5 kız olduk. O evin sahibi kilolu bir DAİŞ’liydi ve hayvanları vardı. Şehrin dışında küçük bir köydü ve evlerin hemen hemen hepsi boştu.  Oraya getirilen kızlardan bir tanesini tanıdım, ismi Viyan’dı, okulda arkadaştık. Kısa bir sürede diğer kızları da tanıdım. Hepimizin yaşadıkları aynıydı. Hepimiz hemen hemen aynı şeyleri yaşamıştık. 
 
Çocuklara canlı bomba yeleği giydirdiler
 
DAİŞ’in elinde 3 yıldan fazla bir zaman geçmişti. Birlikte kaldığım diğer kızların da durumu hemen hemen benimkisi gibiydi. Aradan birkaç gün geçmedi ki Ebu Ayşa geri geldi ama bu kez ailesini getirmemişti. Yanında bize canlı bomba yelekleri getirmişti. Her birimize bir canlı bomba yeleği getirmişlerdi. Onların planına göre ailelerimizi çağıracaklardı ve ailelerimiz kontrol noktalarına gelince biz gidecektik ve orada kendimizi patlatacaktık. Ayrıca aracı patlayıcı ile doldurdular. Bize yelekleri giydirdiler ve bizi hızlı hızlı araçlara bindirdiler.  Eyadiya adında bir köye götürdüler, bomboş bir köydü. İki üç gün orada tuttular. O süre boyunca yelekler üzerimizdeydi.  Telefonu getirdiler ve babamı aradılar ‘Gel kızın Samar’ı al’ dediler.”
 
DAİŞ’in ortaklıkları zedelendi
 
Bir dönemden sonra, DAİŞ’in oradaki güçlerden bazılarıyla yaptığı açık ve zımni ortaklıkları zedelenmişti ve bunun için DAİŞ intikam saldırıları yapmak istiyordu. DAİŞ o güne kadar sınırında kaldığı KDP’ye hiç zarar vermemişti ve Samar’ın anlatımından da anlaşıldığı kadarıyla, DAİŞ’in,  KDP’ye bağlı bölgelerden Türkiye’ye geçişleri çok rahat oluyordu. Musul’da DAİŞ’e yönelik başlamış olan operasyona KDP’nin katılması DAİŞ’i öfkelendirmişti. Bu durum ve diğer yaşananların etkisiyle, DAİŞ özellikle Êzidî kız çocuklarını, canlı bomba olarak peşmergelerin içinde patlatmak istiyordu. Samar’ın ailesi de fermandan önce Şengal’in genelinde olduğu gibi KDP ile birlikte hareket ediyormuş. Fermandan sonra, ferman öncesi peşmerge olan binlerce Êzidî, KDP’nin ihanetini görünce peşmergeliği bırakıyor. Samar’ın babası ise hala peşmergelik yapıyor. Büyük ihtimalle DAİŞ bunu iyi biliyor ve Samar üzerinden bunu kullanmak istiyor. 
 
Samar bir bilge olgunluğunda, yaşadıklarının halen izlerini taşıyarak anlatmaya devam ediyor.
 
Özgürlük!
 
“Ailemi, ne olacağını bilmeme rağmen kendim çağırdım. Onlara verdiğimiz randevuya göre yola çıktık. Her yerde uçaklar dolaşıyordu ve bundan kaynaklı çeteler çok hızlı hareket ediyorlardı. O aceleyle uzaktan patlatmak için kumandayı almayı unuttular. Kumanda araçta kaldı. İçinde olduğumuz araç yola çıkmıştı ve geri dönemezdik. Yanımızda iki DAİŞ’li vardı. Aracın içindeki DAİŞ’li ‘Kontrol noktasında bizi durdurmazlarsa, yolumuza devam edip Türkiye’ye geçeriz’ dedi ve bunun için bizi özellikle tembihledi. ‘Ailelerimizi görmemiz durumunda sesimizi çıkartmamamız gerektiğini, aksi bir durumda aracı orada patlatacaklarını’ söylediler.  Kontrol noktasına yaklaştık ve bir DAİŞ’li araçtan inip peşmergelerin yanına gitti. Konuşuyorlardı ve anlaşamıyorlardı. Peşmergeler bu kez geçmelerine izin vermiyordu. O esnada ben ve Koçolu olan Viyan, arka tarafta araca yerleştirilen bombanın kablolarını kestik. Sonra peşmergeyle konuşan DAİŞ’li araca geri döndü, çok kızmıştı ve aracı patlatmak istedi, ne yaptıysa patlamadı. Biz kabloyu kestikten sonra tuvalet ihtiyacı bahanesiyle araçtan dışarı çıktık. Araç patlamayınca bize ulaşması da zorlaştı. Sonra peşmergeler etrafını tuttu ve onlar da teslim oldu. İki gün boyunca ne su içmiştik ne de bir lokma yemek yemiştik. O kadar çok susamıştım ki boğulacak gibi olmuştum. Annem bana ulaştığında ona sarılamadım bile. Anneme sarıldığım gibi direk, ‘su’ dedim bana koşarak su getirdiler ve içtikten sonra kendime geldim. Üzerimizdeki yelekleri çıkarttılar. Ben de yanımdaki diğer kızlar da üzerimizdeki çarşafları çıkarttık. Özgürleşmiştik ve hepimiz çok mutlu olmuştuk. Sonra babam ve ailemdeki herkes geldi. Ailemi yıllardır görmemiştim ve onlara olan özlemim çok büyüktü. Hepsiyle tek tek sarıldık ve hasret giderdik. Yaşadığım işkence bitmişti. Bugünün geleceğini hiç düşünmemiştim. Umutsuzca DAİŞ’in elinde 3 yıldan fazla bir zaman yaşamıştım.  
 
DAİŞ’in elinde olan dayımın kızı, dostum, arkadaşım hala onların elindeydi. Ona ondan sonra ne oldu hiç öğrenemedim.  Dayımın oğulları onlarda kaldı. Yengemi Reqa’ya götüreceğiz diye götürdüler ve ondan da hiç haber alamadık. DAİŞ’in eline geçen ailem arasında bir tek ben kurtuldum. 
 
Şimdi Êzidî kadın ve çocuklar için çalışıyor
 
DAİŞ’in elinden kurtulduktan sonra bir süre Güney Kürdistan’da kaldım. Şengal’in özgürleştiğini duymuştum ama detaylarıyla bilmiyordum. Aileme ve çevreme sordum ve Êzidî gençlerin gerillayla birlikte Şengal’i özgürleştirdiklerinden bahsediyorlardı. DAİŞ bitmemişti belki ama kırılmıştı ve o barbarlık kaybetmişti. Til Binat’a dönemedik çünkü köydeki tüm evler yıkılmıştı. Ama Şengal’e döndük ve şimdi Şengal’de yaşıyorum. Okuluma kaldığım yerden devam ediyorum. Ama çocukken avukat olmak hayalim son bulmuştu. Şimdi tek dileğim ve hayalim, anne ve babamdan ayrılmamak ve bir daha ferman yaşamamak. Başka bir hayalim yok. Biz DAİŞ’in elinden kurtulmuş tüm kızların yaşamış olduğu durum bu. Herkes bize, yapılanlara göz yumdu, bu bizi bu hayatta kırdı. Yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz ama her şey öyle kolay değil, insan yaşadıklarından geçemiyor, unutamıyor. Ayrıca Êzidî Kadın Vakfı’nda çalışıyorum.  Yetim kalmış, anne ve babaları DAİŞ’in elinde olan çocuklara yardımcı oluyorum. Hepimiz birlikte DAİŞ’in elinden kurtulan kadınlara yardımcı olmaya çalışıyoruz.  
 
Devletler destek sundu
 
Hükümetler ve devletler DAİŞ’ten hesap sormalı diyorum da o devletler onlara destek sundular ve bize yapılanları izlediler. Filmlerde bile görmediğimiz zulmü gördük. Şimdi yaşadıklarımı bir film gibi görüyorum. Bir Êzidî olarak doğmak ve çocukluğumun bir bölümü güzel; sonrasında acı, vahşet, her şeyin en kötüsü ve mutlu sonla biten bir film. Tek isteğim DAİŞ’in elindeki tüm Êzidî kadınlar ve çocukların kurtulmasıdır.
 
Bazen Şengal’de DAİŞ’in elinden kurtulan kadınlar bir araya geliyoruz. Yaşadıklarımızı anlatıyoruz, gülüyoruz ama sadece gülüp geçmiyoruz, bizde bıraktığı izi derinden hissediyoruz. Bileklerini kesen Leyla da kurtulmuş. Bileklerini kestikten sonra ona nasıl işkence yapıldığını anlatıyordu. Yaşadıklarımız geride kaldı ama yaraları hala çok canlı, iyileşmeye çalışıyoruz. DAİŞ yargılanmalı ben ve benim gibi binlerce Êzidî kadını bunun mücadelesini vermeliyiz…”
 
Samar’ı dinledik…
 
Samar’ın hikayesine eşlik ettik. Onun ve esir düşmüş Êzidîlerin acılarını ruhumuzda, bedenimizde hissettik. Dinlerken bile zorlandık, ruhumuz, duygularımız sarsıldı. Nasıl dayanabilmişlerdi. O küçük bedenleri eşi görülmemiş bu vahşeti nasıl kaldırabilmişti. Samar’ın gözlerinde, yüzünde, hal hareketlerinde acıların en katmerlisinin gölgesi vardı. Dünyanın biriktirdiği tüm zulümleri ona ve onun gibi küçük bedenlere uygulamışlardı. Acılar, zulümler ömrüne ömür eklemiş, erken yaşta hayatın en çirkin yüzünün içine atmıştı onları. Zalimliğin, acının her türlüsünü ve en şiddetlisini ona yaşattıkları için, anlatırken de duyanların kulaklarına inanamayacağı hikayesini, bir çırpıda sözlerine, bakışlarına dökmüştü.
 
Yaşadıklarından sonra ayakta kalmış, direngen bir genç olmanın verdiği özgüven her yerinden göze çarpıyor. O hayatı acılardan öğrenmiş. Kötülüğün en derinine maruz kalmış ve onun cenderesinde hayata tutunmayı becermiş. Ondan olacak ki, dik başlı, özgüvenli, mağrur, hayatta hiçbir şeyin onu yıkamayacağı güvenini veren bir kadın olmuş. 
 
Filminin sonunu belirliyor
 
Samar’ın hikayesi bitmemiş bir hikaye. O yaşamını bir film gibi ele alıyor ve filimin sonunu belirliyor. Onun için yeni bir film başlıyor. Hayatıyla iç içe geçmiş bu yeni filmde, Êzidî bir kadın olarak Ezdalığını korumak için mücadele verecek ve özgürlük tutkusunun yolcusu olacak. Samar’ın gözüme, gönlüme çarpan davranışlarından, derin ve anlamlı bakan gözlerinden, kor gibi yüreğini yakan yaşadıklarından bunu anlıyorum. Onunla vedalaşırken, geleceğine dair tüm iyi niyet sözlerimi kulağına, yüreğine fısıldıyorum ve ‘bu hayatın tüm güzellikleri seninle olsun’ diyorum. O da ‘bundan sonra her şey güzel olacak’ diyor.
 
Bitti.