Sistematikleşen işkenceye karşı direnişin adı: Fince Akman

  • 09:07 16 Temmuz 2022
  • Portre
Marta Sömek-Nişmiye Güler 
 
İSTANBUL – Mücadeleyi, çocuk yaşta maruz kaldığı işkenceler sonucunda yaşamına ilmek ilmek ören Fince Akman, şimdi de tutsak oğlu için sürdürdüğü Adalet Nöbeti’nde yalnızca iki anne ile birlikte polise karşı büyük bir direniş sergiliyor.
 
Devletin 90’lı yıllarda koruculuk sistemini dayattığı Kürt köylerinde binlerce aile göç etmeye zorlandı. Bunlardan biri de Fince Akman ve ailesi. Hamile olduğu süreçte devletin türlü türlü işkencesine uğrayan Fince, şimdilerde ise tutsak oğlu Yakup Akman için her hafta Adalet Nöbeti’nde. Kaymakam yasağı öne sürülerek nöbetin engellenmesine karşı direnenlerden biri olan Fince, diğer annelerle beraber defalarca işkence edilerek gözaltına alındı. 
 
Tüm bu yaşadıklarına rağmen mücadelesini sürdüren Fince’nin hikayesine uzanalım. 
 
Koruculuğu reddettiler 
 
Mardin’in Zonê köyünde doğan Fince, o dönem askere gitmeleri için yalnızca erkek çocukların okula gönderilmesi nedeniyle kendisi de okuma yazma öğrenemez. 7 kardeşi olan Fince, 16 yaşına geldiğinde babası tarafından bir akrabası ile evlendirilir. Bu evlilikten 7 çocuğu olan Fince, koruculuk sisteminin kendi köylerine de dayatılmasından dolayı ailesiyle birlikte Kızıltepe’ye (Xoser) yerleşmek zorunda kalır. Çocukları ile birlikte çok fazla zorluk yaşayan Fince, “O dönem Kürt olduğumuzu biliyorduk. Ama siyasi olarak hiçbir görüşe yakın değildik. Korkuyorduk aslında. JİTEM ve özel harekat vardı. Kimse başını evden çıkaramıyordu. Ajanlar çok fazlaydı” diye belirtir. 
 
Evleri basıldı, işkence edildi
 
Bu süreçte belirlenen 15 eve her gün baskın yapılması kararı alındığını dile getiren Fince o günleri şu sözlerle anlatır: “Evler basılıp aileler korkutulacaktı. Bir gece saat 01.00’de bizim de evimiz basıldı. Evimize yanlışlıkla gelindiğini düşündüm. Perdeyi aralayıp, ‘Yanlış geldiniz sanırım’ dedim. Bana dönüp, ‘Hayır kapıyı aç’ dediler. Daha önce erkekleri öldürüp, kadınları da öldürmedikleri söylentileri dolaşıyordu. Ben de eşime dönüp, ‘Sen gelme, ben gidip kapıyı açarım’ dedim. Kapıyı açtığımda 10’a yakın kişi silahlarını göğsüme dayadı ve beni geriye doğru itti. İçeride bir sobamız vardı. Beni sobanın  yanına götürdüler, daha sonra boynumdan tutup sobanın içine koydular. Sobanın içinde hala ateşin közleri vardı. Bu sırada ben de bağırdım ve ateşin içinde olduğunu söyledim. Başımı kaldırıp elimi başıma götürdüğümde kanadığını fark ettim. Bu sırada silahı iki koluma vurup beni yere düşürdüler. Büyük olan kızım daha çocuktu onu uyandırmaya çalıştım. Tekrar bana vurmaya başladılar. Daha sonra ellerimi kelepçelediler. O sırada sadece geceliğim üstümdeydi. Gözümü siyah bir bezle kapattılar. Daha sonra beni ve eşimi evden çıkarıp götürdüler. Kapıyı açık bıraktılar, ben de ‘Kapıyı kapatın köpekler içeri girmesin, çocuklar korkar’ dedim. Bana, ‘Köpek, etinizi yemez merak etmeyin’ diye hakaret ettiler.”
 
Devlet hamile olduğunu bilerek ağır işkence yaptı
 
Önce karakola ardından da ifadeleri alınmadan “işkencehaneye” götürülen Fince anlatmaya şu sözlerle devam eder: “Gözüm kapalı olduğu için sadece küçük bir ışıktan bakabiliyordum. Aşağıya baktığımda yerde kablo olduğunu ve yerlerin de ıslak olduğunu fark ettim. Çok fazla insanın işkence sesleri geliyordu. Daha sonra talimat verdiler, bana da elektrik işkencesi yapılacaktı. Türkçe bilmiyordum. Kürtçe, ‘Allah ve peygamber aşkına bana neden işkence edeceksiniz’ diye sordum. ‘Allah yoktur, peygamber izne gitmiş” yanıtını aldım. Ne söylediklerini anlamadığım için tercüman getirdiler. Onun aracılığı ile iletişim kurabildik. Bana onların yanıtını söyleyince artık sözlerin bittiğini fark ettim. İşkence edilmeyi beklerken karşımda olan biri, ‘Bu kadın hamile. Elektrik vermeyin ama bir kova soğuk su dökün’ talimatını verdi. Üstüme bir kova soğuk su döküp beni darp ettiler. Daha sonra işkencehaneden çıkardılar. Hakaret, küfür, tehdit, şiddet, her türlü şeyi yaptılar. Bebeğime zarar gelecek olan yerlerimin dışında her yerime coplarla vurdular. Vücudumun tamamı morarmıştı. Ardından bizi serbest bıraktılar.”
 
Kürt olma bilinci ile cesaretin ilk tohumları atılır…
 
Yalnızca Kürt oldukları için işkenceye maruz kaldığının bilincine varan Fince, devletin Kürt halkına neler yapacağı ile ilgili ilk kez o gün yüzleşir. Kürt olduğunun farkındalığı ile büyük bir cesaret bulan Fince, “İçimde olan korkular kırıldı. Onlar bizim gözümüzü korkutmayı amaç edinmişlerdi ama tam tersine döndü. Bize cesaret geldi. Bunun yanında da kin ve nefret oluştu. Hangi insana bunu yaparlarsa ondan kin ve nefret oluşur. Bizler korkunun fermuarını yırttık ve Kürt olduğumuzun bilince vardık” diye ifade eder. 
 
‘Benim içimde bir acı’
 
Sonrasında oğlu Yakup’un yanmasıyla, ekonomik durumları daha zor bir sürece girerken, Fince, oğlunu tedavi ettirmek için gece gündüz demeden çabalar ve oğlu 7 ameliyat geçirir. Yakup’un tedavisini sürdürebilmek için 2003 yılında İstanbul’a yerleşmek zorunda kalan Fince, şunları dile getirir: “Burada oğlumun tedavisi için çok çalıştık. Kışın ortasında yakacak odunumuz yoktu, ekmek paramız dahi yoktu. Unutamıyorum zeytin getirmiştim, yarım kilo bile değildi. Çocuklarıma, ‘Zeytinleri tek seferde yemeyin yoksa yarın size ne vereceğim’ demiştim. Zeytinleri ikiye bölüyorlardı, çocuklarım hala onu söylüyor. Bu benim içimde bir acı olarak kaldı.” 
 
Yıllarca tedavisi için uğraştığı oğlu tutuklanıyor
 
Fince, yeniden bir ameliyat olması gereken Yakup’un tutuklanma sürecini şu sözlerle anlatır: “Oğlum Yakup sürekli Aydos Ormanı’na gidip geliyordu. İşi oraya yakındı. Bir gün yine giderken arkasında iki kişinin sesini duyuyor. Dönüp baktığında kendi aralarında konuştuğunu görüyor. Kısa bir süre sonra ateş sesini duyuyor. Ateşi söndürmeye çalışıyor. Ama daha önce vücudu yandığı için çok fazla yaklaşamıyor. Başka yerin de yandığını görüyor bu sırada. Çevrede birkaç kişi görüyor, onlara da sıçramasın diye polisi arıyor. Bu sırada polis ona itfaiyeyi aramasını söylüyor. Olay yerine itfaiye ve polis geliyor. Ateş söndürüldükten sonra Yakup’u ifadesini vermek üzere karakola götürmek istiyorlar. Gördüklerini anlatıyor. Daha sonra kimliğini istiyorlar, o da veriyor. Kimlikteki kütüğüne bakıp Mardin Kızıltepe yazıldığını görünce kelepçe takılmasını istemişler. Yakup, gerek olmadığını zaten kendisinin ifade vermek için karakola gideceğini söylemesine rağmen kelepçeleyip götürüyorlar. Daha sonra da tutuklandı.”
 
Kürt olmanın bedeli…
 
Ateşi yakan iki kişinin mahkemeye hiç gelmediğini söyleyen Fince, “Nedenini sorduğumuzda ‘Denizin altında çalışıyorlar, ondan gelemiyorlar’ dediler. Bizler bir planın döndüğünü anladık. 3’üncü duruşmada polis koruması eşliğinde geldiler. Ve ifadelerinde oğluma dönüp ‘Sen yaktın’ diyerek iftira attılar. Oğlum ‘Ben yakmadım. Yakmış olsam neden telefon açayım. Yakmış olsam yüzümü kapatırdım. Hepiniz biliyorsunuz ki ben değilim ama sizler karar vermişsiniz’ diyerek tepkisini gösterdi. Dördüncü duruşmada oğluma müebbet hapis cezası verildi. Oğlum Kürt değil de Karadeniz’den, Akdeniz’den, bir Türk şehrinden olsaydı o ceza ona kesilmeyecekti. Hatta telefon açtığı için de teşekkür ederlerdi. Ama oğluma Kürt olduğu için müebbet hapis cezası verildi. Yaklaşık 3 yıldır cezaevinde tutuluyor.”
 
‘Her türlü işkenceye uğruyorlar’
 
Cezaevinde oğluna her türlü işkencenin yapıldığını paylaşan Fince, “Yürürken askeri yürüyüş dayatılıyor. Hücreye atıyorlar. Telefon görüş cezası veriyorlar. Camları olmayan hücrelere koyuyorlar. Kışın ortasında soğuk su ile yıkanmayı dayatıyorlar. Keyfi olarak koğuş kapıları gece yarıları tekmeleniyor ve uyandırıyorlar. Doğru dürüst yemek bile verilmiyor. Kantinde onlara her şey iki katına satılıyor” ifadelerini kullanır.
 
Çocuklarına yapılan işkenceyi kabul etmedi
 
Bazen ayda bir açık görüşe giden Fince, en az bin lira yol parası vermek zorunda kaldıklarını ve çocuklarına yatıracak paralarının da kalmadığını sözlerine ekler. Bu durumla kendilerine de işkence yapıldığını vurgulayan Fince, en son iki hafta önce Yakup’la yaptığı telefon görüşmesinde bilinçli olarak konuşma esnasında bir ses çıkartılıp oğlunun sesinin gelmesinin engellendiğini dile getirir. Cezaevlerinde çocuklarına yapılan işkenceye tepki gösteren Fince, “Devletiz, her türlü imkanımız var’ deniliyor. Neden çocuklarımıza bu işkence ve zulmü yapıyorlar. Aileleriniz ile Türkçe konuşun, askeri nizamda yürüyün diyorlar. Bu işkence neden?” sözlerini kullanır. 
 
Çocuklarına yapılan işkence ve hak ihlallerine karşı mücadele sürecini somutlaştırmaya karar veren Fince, adalet talebiyle yola koyularak yeni bir sürece başlar.
 
Adalet Nöbeti’nin ilk adımı
 
“Adalet” demek için ilk önce İnsan Hakları Derneği’nde (İHD), ardından Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumu (ATK) önünde, sonra da Bakırköy ve Çağlayan adliyelerinde her hafta nöbette. Çocuklarına “ceza” verenlerin taleplerini duyması için adliyede nöbet tutmaya devam eden Fince, dünyanın çocukları üzerindeki işkenceyi, zoru, baskıyı görmesini ve bilmesini istiyor.
 
Çocuklarının başına ne geldiğini bile bilmeyen binlerce tutsak yakınından biri olan Fince, 16 hafta boyunca bazen iki, bazen de üç anne ile adliye önüne giderek tüm işkence ve gözaltına rağmen adalet talebini haykırıyor. Ancak Fince ve annelerin açıklama yapması bir tarafa, daha adım atar atmaz elinde taşıdığı oğlunun fotoğrafı parçalanırken, diğer annelerle beraber işkenceye maruz kalıyor. Fince, yalnızca hasta tutsakların tahliye edilmesi ve işkencenin son bulmasını istiyor. Bunun için de hiçbir gücün kendisine geri adım attıramayacağını bir kez daha tekrarlıyor.
 
İki annenin yazdığı direniş…
 
“Elimizde silah, hiçbir şey yok. Biz adalet kelimesini ağzımıza aldığımız andan itibaren bize saldırmaya başlıyorlar” diyen Fince, her hafta maruz kaldığı işkence ile polisler tarafından parçalanan gömleğini ise devlet ve “adalet” olarak tanımlıyor. Her hafta bir kıyafeti yırtılan Fince, vücudundaki işkence izlerine rağmen kararlılık ve Kürt olmasından aldığı cesaret ile her Perşembe adliye önünde nöbet eylemini sürdürüyor. Yalnızca iki anne, kimi zaman sloganla, kimi zaman da gözaltı aracının camlarını yumruklayarak polis işkencesine karşı direnmekten vazgeçmiyor. Fince, nöbet sırasında işkence ve ölümle tehdit edilmelerine dair şu ifadeleri kullanıyor: “Bizler kanun dışı hiçbir şey yapmıyoruz orada. Ama her hafta bakıyoruz ki bizim dışımızdaki herkes orada basın açıklaması yapabiliyor. Çağlayan yasak değil, polisler kendi ağızları ile bize ‘Siz gidin Bakırköy’e, orada basın açıklaması yapın’ dediler. Bakırköy’e gittik, orada da bizi gözaltına alıp karakola götürdüler. Yine elbiselerimizi üstümüzde yırttılar. Oradan da bizi yine Çağlayan’a yolladılar ve yasak olmadığını söylediler. Her iki yerdeki polisler de aynı polisler.”
 
Tek bir talebi var: Adalet
 
“Bizleri alıyorlar araçlarında da darp ediyorlar. Yere yatırıyorlar, çekiyorlar, üst üste atıyorlar. Umurlarında değil. Arabanın kapısını kapatıp içeride işkenceye devam ediyorlar. Vücudumuzun tamamını morartıyorlar. Bizi tehdit ediyorlar. Bir komiser bana, ‘Seni gebertirim’ diye tehdit edip hücum etti. Daha sonra ‘Bu kadını öldürsem mi ne yapsam. Bıktım artık bu kadından. Gelme diyoruz neden gelmeye devam ediyorlar’ dediğini de duydum. Ben de şunu söylüyorum, oğlumu bırakın ben de gelmeyeyim. Oğluma eziyet etmeyin gelmeyeyim. Ben çok mu meraklıyım oraya çıkıp sizleri görmeye. Ben de görmek istemiyorum, ben de bıktım onlardan. Ama ben mecburum. Onlar için değil, oğlum için oraya gidiyorum. Adalet istiyorum.”
 
Tutsaklara içeride, annelere de dışarıda işkence
 
Tutsak annelerinin adalet mücadelesinden vazgeçmeyeceğini vurgulayan Fince, “Adliye önüne gitmemizi istemiyorlar. Peki, çocuklarımızın tabutları mı çıksın cezaevinden, sizler tabutları mı bekliyorsunuz? Birkaç ayda 17 tabut çıktı cezaevinden. Biz çocuklarımız ölsün istemiyoruz. Hiçbir ahlak, vicdan, mezhep ve din bunu kabul etmez. Çocuğum ölecek ve ben de rahat rahat evde mi oturayım? Akşamları yatamıyorum, yediğim yemek boğazımdan geçmiyor. Dışarıda hava alamıyorum. Acaba onlar da alıyorlar mı diye düşünüyorum. Her gün korku ile yatıyoruz. Biz anneler nasıl rahat olabiliriz. Biz sadece adalet istiyoruz” sözleriyle sesleniyor. Devletten bir beklentilerinin olmadığını belirten Fince, her hafta yalnızca iki anne için binlerce polisin adliyede toplandığını ifade ediyor. Fince, “Bu kadar mı bizden korkuyorsunuz? Bizler çocuklarımızı sizin elinizde nasıl bırakalım? Zaten öldürürsek öldürürüz, işkence edersek de ederiz diyorlar. Bize de ‘Neden çocuklarınıza sahip çıkıyorsunuz’ diyorlar. İçeride çocuklarımıza, dışarıda da adalet diyerek gittiğimiz adliye önünde bize işkence yapıyorlar” şeklinde konuşuyor.
 
‘Binler olabiliriz’
 
6 aydır Adalet Nöbeti tutan annelerin mücadelesini, özgür basın dışında ise hiç kimse görmüyor. Ana akım medyada kendilerine hakaret edildiğini dile getiren Fince, “Oraya geliyorlar ama bizi vermiyorlar. İki anne orada yerde sürükleniyor, işkence ediliyor, ters kelepçelenerek arabaya konulup darp ediliyor, işte bu devletin ayıbıdır. İnsanın çocuğu için gözü kararıyor. Bu işkencelere rağmen bizler çocuklarımıza sahip çıkıyoruz. Biz işkencelere razıyız ama çocuklarımıza bunu yapmasınlar. Belki sesimizi duyururuz diyoruz. Bunun için işkenceye de katlanıyoruz, gözaltı ve tutuklamayı da göze alıyoruz. Bizi öldürseler de öldürürler orada. Başımıza neler getirebileceklerini çok iyi biliyoruz. Çocuklarımızı bizler nasıl bırakalım. Yarın öbür gün başlarına bir şey gelirse bizler nasıl o vicdan azabıyla kalırız” diye belirtiyor. Birçok kurum, kuruluş ve siyasi partiyi ziyaret ederek dayanışma sözü almalarına rağmen her hafta yalnız bırakıldıklarını aktaran Fince, “Yüzlerce tutsak ailesi var. Ama Çağlayan’da bizler üç ya da dört anneyiz. Anneler neden oraya gelmiyor. Nasıl rahat ediyorlar. Bize yapılan işkenceyi gördüklerinde nasıl dayanıyorlar. Hiç mi vicdanları rahatsız olmuyor? Bizler binlerce kişi olabilirdik. Tüm annelerden beklentimiz gelip Adalet Nöbeti’ne katılmaları” çağrısında bulunuyor.
 
‘Herkesin elini taşın altına koymalı’
 
Tüm kurum ve kuruluşlara da yanlarında olmaları için seslenen Fince, “Zulme bu kadar boyun eğmek hiç iyi bir şey değil. Belki Çağlayan’da çok kişi olursak bizlere bu işkence ve zulmü yapamayacaklar. İsteğimiz budur sadece. Adalet Nöbeti’ne destekler çok az. Halkımız Diyarbakır, Van, İzmir ve İstanbul’da süren eylemlere destek olmalı. Tek tutsak yakınları bizler değiliz. Sadece tutsak anneleri de değil, halkın bir bütün buna destek vermesi gerekiyor. Siyasi partilerin destek olması lazım. Diyarbakır’da HDP önünde nöbet tutan anneler var. Aylardır polis onları koruyor onlara bir şey yapılmıyor. HDP binasına taşlar atıyorlar. Ama polisler sesini bile etmedi, aksine sevindi. Niye bunlar görülmüyor? Bizlerin Adalet Nöbeti’ni destek alarak daha da büyütmemiz ve herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bizler orada tekiz, bunu hak etmiyoruz. İstanbul gibi bir yerde annelerin işkence görüp izlenmesi… Bu İstanbul halkı için büyük bir ayıptır” sözleriyle herkesi adalet mücadelelerine destek vermeye çağırıyor.