Devletten depreme simgeselin yıkılışı

  • 09:02 15 Mayıs 2023
  • Kadının Kaleminden
 
 
“‘Büyük devlet’ söylemi ile depremde yaşanan maddi ve manevi yıkım arasındaki tezat, sorunun yapısal, dolayısıyla ideolojik olduğunun da ilanı oysa. Bir kez daha açığa çıktı ki devletçilik devleti, halkçılık ise halkı yaşatır.” 
 
Nilüfer Şahin
 
Cumhuriyetin siyasi, toplumsal bakiyesi ki bu esasta çöküşü ifade ediyor, üzerine bu bakiyeyi pekiştirir biçimde gelen deprem, sorunu yeni bir düzleme taşıdı.
 
Yüzyılını geride bırakan sistemi, tüm ideolojik, politik kaideleri ile birlikte simgesel* olan sayarsak, açığa çıkan durumu simgeselin, “gerçeğin sert gerçeğiyle” çarpışması olarak görmek mümkün.
 
Depremle yaşanan yıkımın tüm sorumluluğunu iktidar partisine yıkma kolaycılığı, yüzyıllık sistemin yapısal sorunların kaynağı olduğu gerçeğinin gözardı edilmesiyle sonuçlanıyor nihayetinde. Yağmacı  sermayenin mevcut iktidarla fütursuzlaştığı bir gerçek. Toplumsal öfkenin yöneldiği odak olması da olağan, ancak tepkinin hangi politik, ideolojik çerçeveye kanalize edildiğinin ayrımında olmak daha da önemli. 
 
Söylemde ölçülü olma
 
‘99 depremini hatırlayanlar bilir, aynı yıkım, aynı ‘beceriksizlik’, depremle gelen acılar karşısında aynı devletli tavrı vardır. Afetin düzeyi, dönemin hükümetinin müdahale biçimi ile bugünkü arasında sadece derece farkı vardı. O günlerde de halkın, insanların canı bu kadar ucuzdu ve ölenlerin çoğu resmi kayıtlara girmedi. O tarihteki ordu müdahalesi öyle mucizeler de yaratmadı. Ve evet o dönemin yönetenleri halkın acıları karşısında bugünkü kadar pervasız bir dil, tavır içinde değillerdi. Devlet temsilcilerinin hiç değilse söylemde ölçülü olması yönündeki tevatür korunuyordu henüz. Yine de o gün halktan yükselen “devlet yok, devlet bu mu” haykırışları karşısında S. Demirel “devleti sorgulayamazsınız” diyerek sorgulanabileceklerin sınırını göstermişti. Sonuçta herkes hizaya girmiş, halk da boynunu büküp yeter ki devletimize zeval gelmesin düsturunu sürdürmüştü.
 
Öğretide farklıymış gibi görünenler 
 
Devletçi öğretilerin alameti, devletin ululanması ve halka da her zaman belli bir hizayı göstermeleridir. İnsanların deprem yıkıntıları arasında vücut bütünlüklerine dahi saygı gösterilmeden çıkarılması devletin bütünlüğü arasında ki kıyasta, en arar ve cevval sözüm ona muhaliflerin günün sonunda ibreyi devletin bütünlüğünden yana çevirmeleri de bu sebepten. Hükümette olanlar ile karşıtları arasındaki mesafenin ortadan attığı nokta da burası oluyor. Öğretide farklıymış gibi görünenler, ayinde ve ritüelde ortaklaşıyor; “devletimiz büyük”. 
 
“Büyük devlet” söylemi ile depremde yaşanan maddi ve manevi yıkım arasındaki tezat, sorunun yapısal, dolayısıyla ideolojik olduğunun da ilanı oysa. Bir kez daha açığa çıktı ki devletçilik devleti, halkçılık ise halkı yaşatır. 
 
Saikler daima muhteliftir
 
Devletçi paradigma, sistemin özü ve yaşanan tüm felaketlerin zeminini oluşturuyor. Mevcut paradigma ise yalnız son yirmi yılın değil, geçen yüz yılın siyasi, toplumsal ekonomik parametrelerini belirledi. Modern ulus-devlet ideolojisi ile saltanatçı kodların iç içe geçerek oluşturduğu melez bilinç, yönetici etkilerin yanı sıra halkın zihniyetini de şekillendirdi. Türk toplumunun bilincinde devlet kutsaldır, güçlü devlet ile güçlü devlet özdeştir. Aksi yöndeki trajik, travmatik tüm deneyimlerine karşı bu algı köklü bir değişime uğramamıştır. Toplum devlet ilişkisinin bu özgün şekillenişinin tarihsel, kültürel temelleri var kuşkusuz. Sosyolojinin oluşmasında saikler daima muhteliftir. Değişim için ise belli, tayin edici olguya odaklanmaya ihtiyaç olur. Türkiye toplumu söz konusu olduğunda; devletin ideolojik hegemonyası bu hegemonyanın nasıl sürekli kılınabildiği, hangi biçimde kılınabileceği sorunsalına denk düşüyor tayin edici faktör. Toplumcu paradigmaların bu hususta göz ardı ettiği yan devletin ideolojik hegemonyayı salt zora dayalı sürdürdüğü biçimindeki öznel bakıştır. Oya ideolojik hegemonyaya yalnız zor aygıtları ile sağlanmaz, baskı ve zordan fazla rızaya dayanır.
 
‘Halktan kopukluk’ eleştirisi 
 
Rıza üretimi; eğitim, kültürel, siyaset ve inancın araçsallaştırması yolu ile ve bir bütün olarak ideolojik aygıtların, kesintisiz boşluk bırakmaksızın işlemesi ile yapay (suni) olduğundan hareketle siyasi stratejiler ve söylem üretti. “Halktan kopukluk” eleştirisi bu bağlamda yeniden düşünülebilir. Zira verili gerçeği değiştirmek her şeyden önce söz konusu sosyolojik tablonun devlet ile halk arasındaki bağın rızaya dayandığının kabul edilmesi ile başlayacak.
 
Aşılması gereken eşi rıza eşiğidir
 
Kürt Özgürlük Hareketi deneyimi bu açıdan örnektir. Kendi halk gerçekliğini doğru, gerçekçi, somut analizi ile ideolojik hegemonya sorununu çözmesi arasındaki diyalektik dikkat çekicidir. Kürt halkının politik davranış kalıplarının arka planında demokratik paradigma (ideolojik hegemonya olarak) vardır. Kürdistan’da devlet sadece zor olarak kalmıştır, bu yüzden zayıftır. Türkiye’de aşılması gereken eşik tam olarak bu rıza eşiğidir. 
 
Toplumdaki değişim isteği 
 
Sorunların depremle birlikte taşınmaz hale gelmesi, toplumdaki değişim isteği ve seçim gündemi ile çakışması, devletin ideolojik hegemonyasının akamete uğradığı, tarihsel bir ana dönüştürdü süreci. Rıza benzeri tüm dönemlerde olduğu gibi itiraza evriliyor. Toplumdaki değişim isteği ve itiraz yalnız hükümete karşı tepki ile sınırlı değil. Bir asırdır kriz üreten tüm olgular; sınıfsal, ulusal, cins sorunu, inanç, ekoloji ve yöntem sorunlarının tamamı ile ilintilidir. 
 
İdeolojiye ihtiyaç 
 
Deprem, şok edici etkisi ile değişim isteğini daha kararlı hale getiriyor. Ancak böylesi tabloda kalıcı değildir. Değişim talebi, devletçiliğin yeniden tahkim edilmesi, devletin ideolojik hegemonyasının yeniden tesisi ya da devlet-toplum ilişkisinin toplum lehine düzenlenip düzenlemeyeceği henüz belirsiz. Bu yanı ile siyasetten çok ideolojiye ihtiyacı var. 
 
Değişimden kast edilen nedir?
 
Kimi önermeler var. Sistem partileri verili güç dengeleri içinden ve kendi seviyelerinden zihniyet değişiminden, yer yer de paradigma değişimi gerektiğinden söz ediyorlar. Değişimden kast edilen nedir, değişim öznesi kim olacak sorularının karşılığı önemli hale geliyor. Devletin halkçı temelde zihniyet, paradigma dönüşümüne uğramasını önermek yanlış değil. Fakat denklemin bir kez daha yüzyılın başındaki gibi tersten kurulması ile sonuçlanabilir bu istek. Zira devlet varoluşsal olarak değişim öznesi olamaz. Değişim öznesi toplum halk olabilirse gerçek bir dönüşümden söz edilebilir. Halk değişen ve değiştiren özne olarak sürece katılabilir. Mevcut siyaset bunun önünü açma rolünü üstlenebilir ancak. Örneğin halkı “sosyal devlet”e razı etmeye dönük söylem de benzer şekilde devletçi, zihniyeti, devletin özne, halkın devletin basit takipçisi konumunda tutan paradigamanın tahkimi ile sonuçlanacaktır. Kaldı ki “sosyal devlet” belli bir tarihsel konjonktürün Sovyet-Batı çelişkisini ortaya çıkardığı bir ara modeldi. Bugünün şartlarında; uluslararası sermaye, güç dengeleri ve üretim ilişkilerinin “sosyal devlet” moderline imkan verip vermeyeceği bir yana, ülkenin asırlık sorunlarının çözüm olabilecek kapasiteyi de taşımıyor. Dolaysıyla bu ve benzeri devletçi sistem restorasyonu aşmayan, halkın arayışlarını sisteme kanalize eden çözümler yararsız. Siyaseten verilen destek bu noktada ideolojik onaya dönüşmeli.
 
Gerçekçi olan; halkın da bu süreci devletle sözleşmesini yenilemek üzere sürece dahil olmasıdır. Yeni talebi de devletin ideolojik hegemonyasının kaldırılmasını, halkın özgürleşmesini sağlayacaktır. Demokratik paradigma bu temelde halkın seçeneği olabilir. Seçimler böyle tarihi dönüşüm için sadece başlangıç olabilir.
 
*Simgesel; Loca’nın simgesel, imgesel ve gerçek kavramları bağlamında kullandım. 
 
Nilüfer Şahin hakkında
 
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan ve 19 yıldır tutsak olan hipertiroid hastası Nilüfer Şahin, İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) hasta tutsaklar listesinde yer alıyor. 12 Şubat 2021 tarihinde ise Nilüfer’in “Gün Işırken” isimli 159 sayfalık ilk romanı yayınlandı. 15 Ağustos 2021 tarihinde de halay çektikleri ve Kürtçe şarkı söyledikleri için Nilüfer ile birlikte 51 tutsak hakkında “gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak” iddiasıyla cezaevi idaresi tarafından disiplin soruşturması başlatıldı. Nilüfer, tüm baskı politikaları karşısında cezaevinde mücadelesini sürdürüyor.