Tek yol ‘Direniş’

  • 09:03 20 Kasım 2022
  • Kadının Kaleminden
 
Suzan Vejan Tatlı
 
"Kasaplar hayvanı kesime alırken, hayvan aslında kesileceğini fark eder ve tir tir titrer. Kadının erkek karşısındaki duruşu bana hep bu titremeyi hatırlatır. Erkek; kadın karşısında titremedikçe rahat olamaz. Egemen olmanın baş koşulu budur. Kasap bir defa keser, o tüm ömrü keser. İfşa edilmesi gereken gerçek budur." Abdullah Öcalan’ın kadın erkek ilişkilerini tanımlayıp ortaya koyan en çarpıcı çözümlemelerinden biri de bu bence. Kadını, kadına dair ne varsa ezip, un ufak etmedikçe nasıl güç olunacak ki hem…
 
İktidarını sağlamlaştırmasının, egemen olmasının baş koşuludur bu çünkü. Bu yüzdendir ki iktidarın her türü kölelik içerir. İçerilmiş kadın köleliği ise egemen erkek ideolojisinin paradigmasıdır adeta ve akabinde üretilen tüm toplumsal kölelik biçimlerinin de en güçlü dayanağı. 
 
Erkek şiddetinin, cins kırımına varan kadın cinayetlerindeki bu pervasızlığı, tam da bu gerçeklik üzerinden kendini her gün yeniden yeniden üretmiyor mu? İktidarını devlet mekanizmasıyla da sağlamlaştıran egemen erkek ideolojisi, artık başta kadınlar olmak üzere, diğer tüm toplumsal katmanlar üzerinde her türlü tasarrufu kendine hak saymakta. Bununla beraber kendini sistem olarak var etmenin politikası olarak şiddetin en acımasız yöntemlerini, "erkeklik" ve " kadınlık" kurguları ile sürekli ve kesintisiz sürdürmenin alanlarını yaratıp, şiddetin türünü, boyutlarını her an güncel tutmakta. 
 
İşte tam da bu yüzden “kadın cinayetleri politiktir” diyoruz. 
 
Cinsiyetçiliği toplumsal yaşamın her alanına sirayet ettiren ve bunu hiyerarşik, tahakkümcü, baskıcı egemen erkek ideolojisiyle sistematize eden akıl, kadın etrafında şiddetin her türünde kalın duvarları yükseltmenin dayanaklarını yarattı hep. Öyle ki kadınlar bu ataerkil yapı içerisinde yaşarken, çoğu kez kendilerine uygulanan şiddetin örtük biçimlerinin farkına dahi varamadı, varamıyor.
 
Kişinin beden bütünlüğünü bozmaya dönük olarak tanımlanan fiziksel şiddet görünen yüz iken, duygusal şiddet hemen her kadının maruz kaldığı şiddetin örtük diğer yüzü oluyor ve peşi sıra gelen cinsel, sosyal, ekonomik, dijital ve daha benzeri birçok diğer şiddet türü…
 
Ancak şiddetin tüm argümanlarını, bütün türleriyle ihtiva eden ve bunun adeta ete kemiğe bürünmüş, vücut bulmuş hali ise devlet şiddetidir. Devletin tahakkümcü, baskıcı, tecavüzcü eli VE dili kadınların tepesinden hiç bir zaman eksik olmadı, olmuyor. 
 
Çünkü devlet örgütlü, organize olmuş eril bir yapılanmadır. Bunun yanı sıra iktidar olgusuyla birbirinden beslenip, birbirini büyüten simbiyotik bir ilişki ağı içerisindedir. İşte evdeki "küçük imparatora” da büyük bir sus payı olarak evdeki krallık bahşedilir. Erkeğe itaat ettiren, köleliğini esneten ama çoğunlukla da bu köleliği, bu ezilmişliği perdeleyen görünmez kılan evdeki hükümdarlığıdır. Erkek ipotek altında tutuluşunun öfkesini, boyunduruk altına alınışının ezikliğini, çaresizliğini, kadına yönelterek, kusar sürekli. Erkek bir defa ezilirken kadın kaç bin defa bilinmez bu yüzden…
 
Bugün eşini, sevgilisini, kardeşini veya herhangi bir kadını katledenler ile devlet gücünü kullanarak cinayet işleyen, katliam yapanların hepsi,  gücünü ve cesaretini aynı anlayıştan almıyor mu, aynı yerden beslenmiyor mu?
 
Bugün ayaklanmanın hala devam ettiği İran'da, İran rejim güçleri tarafından katledilen 22 yaşındaki Jina Emini'nin öldürülmesini bu devletçi, iktidarcı, eril zihniyetten bağımsız ele alabilmek mümkün müdür?
 
Yine jineoloji araştırma merkezi üyesi, aynı zamanda yazar ve gazeteci olan Nagihan Akarsel'in, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Süleymaniye kentinde suikast sonucu katledilmesini bu anlayıştan bağımsız ele alabilir miyiz? Elbette ki hayır. Ancak baskının, zorun, şiddetin kaynağı aynı yer ise, buna karşı duruşun kaynağı ve  beslendiği kanal da aynıdır, aynı olmalıdır; DİRENİŞ.
 
Kurtuluşun direnişten başka yolu yoktur çünkü.
 
1979'da İran İslam devriminin gerçekleşmesiyle kurulan İslam Cumhuriyeti yani, dinci, tekçi, faşist, baskıcı rejim düzeni, özelde kadınların, genelde de tüm halklar üzerinde korkunç bir baskı mekanizmasıyla halkları resmen boğazlayıp nefes aldıramaz duruma getirdi. Toplumsal muhalefetin en cılız başkaldırıları dahi en ilkel, en barbar yöntemlerle bastırılmaya çalışıldı. 
 
Sıkıştırılmış baskı yerini şiddetli patlamalara bırakır çoğu zaman, nitekim İran'da yaşananlar da tam da böylesi bir tabloyu gözler önüne sermiş durumda.
 
Muhalif sol kesimlerin karşı çıkışlarını idam, kırbaç benzeri orta çağ zihniyeti diyebileceğimiz yöntemlerle cezalandıran İran İslam Cumhuriyeti’nde bugün bir tutam saç teli, bir halkın ayaklanmasının fitilini ateşledi. Yaklaşık iki aydır devam eden ayaklanmada yüzlerce direnişçi katledildi, binlercesi de ölümü, tutuklanmayı, işkenceyi, idamı göze alarak bu başkaldırının, belki de gerçekleşecek yeni bir devrimin parçası olmaya devam ediyor.
 
Yaşananların seyri ne yöne evrilir kestirebilmek zor elbette. Ancak şu çok net söylenebilir ki, Kürt özgürlük mücadelesinin kadın özgürlük perspektifi bugün Rojava'da bir devrim yaratırken, bu mücadeleden feyz alan İran halkı ve kadınları, “Jin Jiyan Azadî” sloganıyla sokaklarda direnirken, belki de yeni bir devrimin kapısı aralanıyordur kim bilir. 
 
Ancak  "Özlenen yaşam mucizelerle değil devrimle olur" tespiti bugün İran'da pratikte yaşam bulmuş gibidir adeta.
 
Gerek geçmiş toplumsal hareketler, devrimler gerek Rojava deneyimi ve gerekse de İran'da yaşananlar bugün kadının özgürleşmeden toplumun özgürleşemeyeceği tespitini doğrular nitelikte ortaya koymaktadır. 
 
Kadın özgürlük sorununu devrimden sonraya bırakıp öteleyen, sorunun temelini öncelemeyen hiç bir devrim, hiç bir toplumsal hareket, çıkış ya da ideolojik yapılanmalar amacına ulaşamaz, ki toplumsal dönüşümü yaratacak zemini zaten en başta baltalamış olur. Demokratik, özgür, eşit, adaletli, onurlu bir yaşam kadın özgürlüğünü esas alan bir düzlemde hayat bulabilir ancak. Reel sosyalizm, Fransız devrimi bunun en açık tarihsel deneyimleridir. 
 
Kadınlar kendi özgürlük sorununun çözümünü, sorunu yaratan anlayışın eline, insafına, yoluna, yöntemine bırakmanın, kendilerini bu şiddetin kıskacından kurtaracağı yanılgısına düşmüyor artık, düşmemeli. Bu yüzden bu ataerkil, bu baskıcı egemen ideolojinin kadını yaşamda, yaşamın her alanında ikincilleyen zihniyetine karşı tek yolun direniş olduğunu, düşünsel devrimlerini peyderpey yaşayarak bilince çıkarıyor. Kendini bulmanın yaratmanın en haklı mücadelesi, yol haritasıdır çünkü direniş. 
 
Kadın bugün erkeğin karşısında tir tir titremiyor artık. Çünkü burada ölüm var bunu iliklerine kadar yaşadı, yaşıyor, her şeyiyle ölüm… Yaşamanın yolu hükümdarın koltuğunu titretmekte, tepe taklak etmekte. Bu yüzden kurtuluşun direnişten başka çıkış yolu yoktur. Biliyor ve direniyor. Bugün kadın özgürlük mücadelesinin, özgürlük düzeyinin vardığı nokta kadının direniş deneyimlerinin sonucudur. Burada Kürt özgürlük mücadelesinin kadın ideolojisi, deneyimleriyle, mücadele yöntemleriyle, pratikleriyle dünya kadın hareketlerine, kadın özgürlük mücadelelerine yeni perspektif kazandırırken, ortak mücadeleyle dayanışmayı sağlıyor.
 
Tüm dünya kadınlarını “Jin Jiyan Azadî” sloganı etrafında ortaklaştırarak, bu direniş köprüsünü ilmek ilmek ören demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma; her geçen gün dünya kadın özgürlük mücadelelerinin ufkunu biraz daha genişletiyor.