Müjde’nin ardından ötekileşenler

  • 09:05 5 Mayıs 2022
  • Kadının Kaleminden
“İktidar politikalarına karşı teklik ve millilikte buluşanlar bugün ‘sessiz istila’ diyerek mülteci nefreti kusarken, esasta mülteci nefreti altına gizlenen Türkçülüğü koruyor. Bunun tam karşısında tüm halkların beraber kendi kültürlerini aynı coğrafyada bütünlük içinde yaşadığı yeni bir yaşam örülüyor, hem de medeniyetin başladığı yerde yeniden atılan tohumlarla…”
 
Aylin Karakaş
 
*Hibrit bir toplum yaratmaya çalışıyorlar!
*Aşağılık bir propaganda filmi!
*Kültürel deformasyona izin vermeyelim arkadaşlar!
*Türk kadınına bir hakaret bu!
* Türk Kadını Suriyeliyle seviştirilip aşağılanıyor, Türk’üm diyen ses çıkarır!
* Fon karşılığı, işgalci güzellemesi yapan MÜJDE filmi Imdb'de 1.1 puana düştü, Herkes oylasın!
 
Dijital bir platform üzerinden yayınlanan Müjde filmi pek çok görüşten eleştiriye açık olsa da filmin ardından ırkçılığın diğer tüm sosyolojik alanlarda olduğu gibi sanat alanında da ortaya çıktığı gerçeği bir kez daha görüldü. Filmin ardından sosyal medyada bazı göçmenlerin sokaktaki kadınları gizli çekerek taciz ettiği görüntülerinin yayınlamasıyla birlikte doğrunun yanlış ile ayırdına varamayan linç kampanyası başladı. İktidar politikalarına müdahale etmeyen bazı siyasiler de Ortadoğu’nun savaş alanına dönüşmesinde figüran olan ülkelerinin payını unutarak mülteci düşmanlığını körüklemeye başladı.
 
Linç terazisi
 
Mülteciler, göçmenler ve düzensiz göçmenlerin yaşadığı mağduriyetler ve onlardan doğan yanlışlar kıyaslanarak azınlığın çoğunluğa fazla geldiği linç terazisi kuruldu. Şiddetin, tacizin millileştirildiği denklemde, terazinin diğer tarafında Suriyeli kadınların, çocuk yaşta Türkiyeli erkeklere satılması, pazarlanması ya da mültecilerin sömürülmesi duruyor. Toplumsal kaygıların yanında kadınlar için güvenli alanların erkeklerin ırkından değil erkekliklerinden arındırılması gerektiği muğlaklaştırılmaya çalışılıyor. Muğlaklaşan aslında “kadınlarımızı korumak” kisvesi altında palazlanan örtülü ırkçılığın kendisi oluyor. Kuşkusuz bu durum toplumu kutuplaştırarak bireyi ve toplumu birbirinden koparmanın ve kimliksizleştirmenin politikası olarak karşımıza çıkıyor.
 
Asimilasyon= Kültürel soykırım
 
Toplum içinde yaşayan bireylerin kimlikleri tarihten, coğrafyadan, biyolojiden, toplumsal bilinç ve kolektif yaşamdan, tarihsel hafızadan, kişisel fantezilerden, egemen ulus öğretilerinden dinsel ve iktidarsal politikalardan etkilenerek oluşur. Bu sosyal kimlik idealler, ahlaki değerler ve inançlar doğrultusunda değişir. Kültürel entegrasyon da bu bağlamda sosyal kimliklerin eşitliği içinde kendini geleceğe taşır. Kimi zaman ise eşitlerin olmadığı, egemen ulus politikalarına maruz kalan diğer halklar içinse bu durum kültürel entegrasyon değil, asimilasyon olarak kendini gösterir. Asimilasyon toplumlar için kültürel soykırım olurken, inşa edilen sosyal kimlikleri hedefler. Kültürlerin ahlaki politik bağlamda diğer toplumlardan doğal akış içinde etkilenmesi olağan iken ulus devletlerin demografik yapıya yapay müdahalesi özel savaş kapsamında gerçekleşir. Kültürel soykırım konseptinin bir müdahalesi olarak demografyanın değiştirilmesi özünde toplumun özsavunması olan kimliğine yöneliktir. Savaş süreçleri içerisinde gerçekleşen insan hakları sorunu olarak ele alınması gereken göçmenlik ve mültecilik sorunu, ulus devletlerin işgal planı içinde şekillendirilen kimliksizleştirme politikalarından ayrılarak teşhir edilmelidir.
 
Tarih halklar lehinde tekerrür edecek
 
Yıllardır Suriye’den Rojava’dan göç ettirilen binlerce düzensiz göçmen, mülteci bugün ülkelerinde egemenlerin başlattığı savaşın mağdurları olarak ülkelerini terk ettiler. Demografyayı değiştirmek, paramiliterleşme eğilimini örgütlemek, yeni Osmanlıcılık oyunlarına çete örgütlemek taht oyunlarının karanlık tarihinde birçok kez denenmiş bir deneyim olarak bulunuyor. Bugün Ortadoğu’da temel aktör olmaya çalışanların kendinden büyük egemenlerin filminde halkları savaşa, ölüme sürükleyen bir figüran oldukları bugün değilse de yarın mutlaka görülecektir. Şüphesiz tarihin kendini tekerrürü bu sefer halklar lehinde olacaktır.
 
Ötekileştirenlerin penceresi
 
Tüm bunlar yaşanırken ülkede mülteci ve göçmenlerin yanında düzensiz göçmenlerin, kayıt dışı insanların giderek artması daha farklı kaygıları da yaratmaktadır. Ötekileştirenlerin penceresinden bakıldığında görülen “Kendi vatandaşına bakmayan devletin bedavadan baktığı yük” olan insan yığınları, ülkenin çağdaş muasır medeniyetler seviyesini etkileyerek “Arap kültürünü yayan, yoksulluklarına rağmen hala durmadan çocuk yapan, ülkeye gelmelerinden itibaren taciz ve tecavüzün artmasına sebep olan, kendi ülkesini bırakıp savaşmayan insanlar’’ olsa da esas pencere İşgal sınırlarının misakı milliyi aşarak Emevi Camii’nde kılınacak namaza doğru açılmasıdır.
 
Yeni yaşam umudu
 
İktidar politikalarına karşı teklik ve millilikte buluşanlar bugün “sessiz istila” diyerek mülteci nefreti kusarken, esasta mülteci nefreti altına gizlenen Türkçülüğü koruyor. İktidarın savaş politikalarına karşı çıkmayan ve diğer halkların özgür demokratik konfederal yaşam taleplerini beka sorunu olarak gören bu anlayış içeride ve dışarıda hırsların kurbanı olan bir politikanın ayağa dolanmasına tanık oluyor. Bunun tam karşısında tüm halkların beraber kendi kültürlerini aynı coğrafyada bütünlük içinde yaşadığı yeni bir yaşam örülüyor. Demografik karmaşanın, kültürel altüst oluş kaygısından uzak tam da medeniyetin başladığı yerde yeniden atılan tohumlar tüm direngenliğiyle kendini koruyor. Bugüne ve yarına umut olan yeni yaşam ve onun kurucusu, ulus devletlerin karşısında kendini zihinde ve felsefede ve yaşamda örgütlemeye devam edecek.