Demografik bilginin gerekli radikal eleştirisi

  • 09:04 15 Temmuz 2022
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Demografik bilgi her zaman soyut ortalamaları hiyerarşik dışlama ve seçim biçimleriyle kombine eder. Açık bir şekilde ırkçı veya klasik bir değersizleştirme yapmak yerine hiyerarşiler ve dışlamalar üretmek için garip tartışmalı yorumlara geri dönmek, demografik düşüncenin tipik bir örneğidir.”
 
Susanne Schultz
 
Demografi bugün politik istişarenin tarafsız temel bilgisi olarak tanımlanmaktadır. Eşit olmayan toplumsal yapılar ve gelişmeleri anlayabilmek için tekrar tekrar istatistiksel verilere dönüp bakmaya ihtiyacımız olduğu varsayımına dayanır. (bununla birlikte, istatistiki toplumsal yapı verilerinin her zaman dayandıkları öncülleri ve hangi koşullar altında oluştuklarını sorgulanmak gerekir) Ancak, burada odaklandığım konu, bu tür istatistikler değil, demografik bilgi üretiminin boyutudur. Bu boyut nüfus büyüklüğünde veya kompozisyonunda herhangi bir değişikliğin, kriz durumlarında çözümün politik stratejileri için başlangıç noktası olabileceğini ve olması gerektiğini varsayar. Resmi bir nüfus idaresi için veri toplama ve sağlama, yani demografik bilim, "devlet bilimi olarak ve mükemmellik derecesinde" baştan beri bu tarihin içerisindedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bile, demografinin küresel bir bilim olarak her yerde demirlemesini ve sömürgeleştirilmiş ülkelerde nüfus istatistik kurumları olarak tüm nüfus programlarının temeli olarak oluşturulmasını sağlayan, population establishment ajanslarıydı.
 
Belli nüfus gruplarındaki sabit özellikler 
 
Toplumun demografide veya nüfus bilimi diye tanımlanan bilimde ele alınma şekli, kendi içinde aşırı derecede sorunlu olan belli bir toplum ve politika anlayışına tanıklık eder: Demografik bilgi, temelde matematiksel-istatistiksel ve indirgemeci olduğu için, değişken toplumsal ilişkileri değil, belli nüfus gruplarının sabit olduğu düşünülen özelliklerini temel alır; milliyetçidir; spekülatif gelecek projeksiyonları ile çalışır ve sınıfsal, hiyerarşik ve ırkçı olarak organize edilir. Tüm bu boyutlara şimdi kısaca birkaç tezle değineceğim:
 
Yerlerinden edilmiş kişilerin sayısına odaklanma 
 
İlk olarak, demografi statükoyu belirleyen bir bilimdir: Demografiyi sosyal statükodan başlayan ve onu mutlaklaştıran bir bilim olarak adlandırabiliriz. Böylece dinamik ve değişken olan sosyal ilişkileri soyutlar. İktidar ilişkileri, üretim koşulları, tüketim ve yeniden üretim, kaynaklarının dağılımı ve dünya kapitalist sisteminin sömürge süreklilikleri çıkış noktası değildir. Ve insanların hayatlarının belirli zamanlarında toplumsal güç ve sömürü ilişkileri bağlamında içine düştükleri değişken sosyal yaşam koşulları da onun çıkış noktasını oluşturmamaktadır. Aksine, demografinin çıkış noktası, belirli bir halk grubunu, belirli spesifik özelliklere veya problemlere indirgeyerek ve bu grubun nüfus sayısı bilgisi üzerinden toplumsal sorunları kavrayabilmeyi ve etkileyebilmeyi hedefler. Uluslararası nüfus politikasına karşı yapılan bir protesto bu noktayı çok canlı bir şekilde ortaya koydu: Nüfus politikası "yoksullukla mücadele yerine fakirlerle mücadele" sloganı ile sürdürüyor. Başka bir deyişle; bir kısım “problemli” insan sayısının miktarını açıklayarak sorunların üstesinden gelinebileceği iddia edildi: Böylece yaş ayırımcılığı, yaşlı ve çocuk bakımı gibi sorunların toplumsal koşullarından ziyade yaşlı insan sayısına odaklanıldı. Toprağın dağılımına değil de toprağa erişimi olmayan ve toprağın dağılışı dışında kalanların sayısına odaklanıldı.  Ekolojik tahribatın ve baskının tarihine ve nedenlerine değil de ekolojik olarak hassas bölgelerde yerlerinden edilmiş kişilerin sayısına odaklanıldı.  
 
Ulusal göç oranı konularını kapsar
 
İkincisi, demografinin toplumu açıklama biçimidir. Bu anlatı metodolojik bir milliyetçilikten ağır bir şekilde etkilenir ve bu nedenle milliyetçi olarak örgütlenir. Nüfus istatistikleri ulusal düzeyde toplanmaktadır. Bu hesaplamalar, ulusal bir popülasyon ve bu nüfusun gelecekteki gelişmesi, ulusal yaş kompozisyonu, ulusal doğum oranları ve şayet göç faktörü demografik tartışmalarda yerini almışsa, ulusal göç oranı konularını kapsar. Daha sonra, bu ulusal nüfus verileri ile ulusal ekonomik veriler arasındaki ilişki ele alınacak ve ardından nüfus gelişiminin ulusal ekonomik taleplere mümkün olduğunca ucuz bir şekilde nasıl uyarlanabileceği tartışılacaktır. Demografi, izole edilmiş ulusal bir konteynır içinde planlama fantezileri geliştirmektedir. Bu şekliyle, küresel dünyanın ekonomik sömürü koşullarını, ekstraktizmi, kapitalist dünya sisteminin eşitsizliğe ve hiyerarşilere dayanan sürekliliğini, kapitalist krize dayanan ekonomik gelişmenin öngörülemeyeceği ve buna bağlı olarak planlanamayacağı gerçeğini örtbas etmektedir. 
 
Nüfus olasılıkları belirsizdir, tahmin edilemez 
 
Üçüncüsü, demografik tartışmalar uzak geleceğe dönük spekülatif nüfus olasılıkları ile çalışmaktadır. Bu nüfus projeksiyonları, bugünün nüfus politikalarının demografik gerekçelerinin merkezindedir. Aslında, demografik düşünce kuruluşları bu “politik olasılık öngörülerini“ sürekli olarak değiştirmek ve düzeltmek zorunda kalıyorlar; çünkü birçok gelişmeyi öngörme yetisinden yoksundurlar. Örneğin, 1994'teki Kahire Konferansı‘ndan hemen önce küresel nüfus artışının katlanarak artması ve tabiri caiz ise patlaması bekleniyordu. Bugün ise BM istatistikçileri sadece hala “yükselen“ fakat daha sonra “düzleşen“ veya “durgun bir büyüme“ eğrisinden bahsediyorlar. Ve yakın zamanda, Birleşmiş Milletler geleceğe yönelik projeksiyonlarını yeni verilere uyarladı. 2015 yılında, orta değişkende (birkaç ve birbirinden çok farklı senaryolarla) 2100'de dünyanın 11 milyardan fazla bir nüfusa sahip olacağını varsayıyordu; bugün ise (2019 itibari ile) 2100 yılında 11 milyarın altında bir nüfus sayısının olacağını hesaplıyor. Sonuç olarak, nüfus olasılıkları oldukça belirsiz, spekülatiftirler; gelecekteki diğer küresel gelişmeler gibi tahmin edilemezler. Bununla birlikte, istatistiksel olarak üretilen bu “gelecekler“, insanlarda alarm duygusunu arttırmak için özellikle de genel olarak ayrımcılığa maruz kalan gruplara karşı ve bugünkü siyaseti haklı göstermek için kullanılırlar.
 
Doğum kontrolünü destekleyecek yasalar geliştirilebilir 
 
Dördüncü olarak, demografik bilgi her zaman soyut ortalamaları hiyerarşik dışlama ve seçim biçimleriyle kombine eder. Açık bir şekilde ırkçı veya klasik bir değersizleştirme yapmak yerine hiyerarşiler ve dışlamalar üretmek için garip tartışmalı yorumlara geri dönmek, demografik düşüncenin tipik bir örneğidir. 18. yüzyılın sonunda günümüzde Neo-Malthusianizm olarak tanımlanan ve bugünkü demografik bilgiyi tanımlayan (fakat o dönemde gerçekleşmeyen) “nüfus yasası”nı kuran İngiliz teolog ve iktisatçı Thomas Malthus bu anlayışı ilk geliştiren kişiydi.  İlk önce nüfus artışının gıda üretiminden daha hızlı olduğuna dair genel bir tespitte bulundu; ancak daha sonra fakirlerin ve sömürgelerdeki “vahşilerin” çoğalmasına dair uyarılar yaptı ve fakirlerin doğum kontrolünü destekleyecek yasaların geliştirilmesi çağrısında bulundu.
 
Toplumsal grupların ‘yok oluş’ tehlikesi 
 
Nüfus söyleminin refleksiv ve aynı zamanda paradoksal olan yanı bugüne dek daha az kaynak kullanan veya kaynaklara erişimleri olmayan kesimleri problem olarak açıklamasıdır. Veya iklim değişikliği konusundaki tartışmalar kapsamında ele alırsak: Özellikle iklim değişikliğine katkısı Küresel Kuzey'in yüksek gelirli metropol vatandaşlarına nazaran çok daha az olan Küresel Güney'in bu gruplarının, küresel bir sorun olduğu düşünülmektedir. Bu biçimiyle nüfus bilimi ve siyaseti, yüksek gelirli, erkek, beyaz büyükşehir vatandaşlarının onlara yönelik kitlesel sterilizasyon veya kısırlık için stratejiler geliştirmek bir yana üreme davranışlarına dahi ilgi göstermez. Bunun yerine, daha az ayrıcalıklı ve “ırkçı“ biçimde değersizleştirilen gruplar küresel aşırı nüfus sayısına neden olarak gösterilir. Demografi hesaplamalarında bu grupların doğum engelleme veya yıllar süren doğum kontrol ilaçları kullanımı gibi yöntemlerle kontrol altına alınması pozitif olarak değerlendirilir. Bu düşünce belirli bazı toplumsal grupların gelecekteki “yok oluşunu“ pozitif bir ulusal ekonomik faktör olarak ilan eden oldukça tehlikeli bir düşüncedir.
 
Tehlikeli fikirler üretmek
 
İnsanların kaynaklara ulaşma imkanının ve bunların birbiriyle oranının irdelendiği ve başlangıçta soyut ve objektif, dağılımcı olan bir düşünceden, seçici bir sıçrayışla sınıfsal hiyerarşik ve ırksal olarak üretilen "aşırı nüfus" tezine geçiş mantıksal olarak gerekli değildir. Ancak bu tez nüfus politikasının içine öyle yerleştirilmiştir ki sürekli olarak yeniden üretilmektedir (birinci teze bakınız). Ancak bu seçici sıçramanın olmadığını varsaysak bile, iki niceliği bir yandan insanların sayısı ve diğer taraftan tükettikleri kaynakların sayısı karşı karşıya getirerek toplumsal koşulları anlamak ve değiştirmek imkansızdır. Her şeyi bu basit istatistiklere bölen bu yaklaşıma karşı bunlar oldukça kompleks kategorilerdir ve bunları karşı karşıya getirmek bize nasıl yaşamak istediğimiz, hangi sosyal ilişkileri geliştirmek istediğimiz, nasıl üretebileceğimiz, tüketebileceğimiz, dağıtacağımız ve hatta daha iyi nasıl yaşayabileceğimiz hakkında hiçbir şey söylemezler. Bütün bunlar geleceğe göre hesaplanamaz. Toplumdan ayrı düşünülen “biyokütle insan“ hakkındaki soyut, spekülatif küresel sayılar bu sorulara cevap veremez. Sayılar sadece kimin “çok fazla” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine dair tehlikeli fikirler üretmekten ibaretler.