Avukat Suzan Akipa: Anneler makul anneliği reddediyor ve direniyor

  • 09:01 26 Haziran 2022
  • Güncel
Şehriban Aslan
 
DİYARBAKIR - ÖHD avukatlarından Suzan Akipa, tutsak annelerinin cezaevlerindeki hasta tutsaklarına ilişkin başlattığı adalet nöbetini anlattı. Suzan, “Siyasal ve toplumsal alandan koparılmak istenen anneliği, eve hapsedilmek istenen anneliği ve sadece doğum olayına indirgenmiş bir annelik modeline karşı özgürlük ve adalet talebini kurumsal alana yayan; toplumsal alanla buluşturan bir annelik mücadelesi var” dedi. 
 
Hasta ve infazı yakılan tutsakların serbest bırakılması talebiyle yakınlarının Diyarbakır’da başlattığı Adalet Nöbeti eylemi üzerinden aylar geçti. Tutsak yakınları ilk olarak Diyarbakır Barosu’nda her gün nöbet tutmaya başladı. Ardından sokağa çıkan tutsak yakınları Diyarbakır D Tipi Cezaevi, Diyarbakır ATK ve Diyarbakır Adliyesi önünde haftada üç gün nöbetlerini devam ettiriyor. Tutsak yakınları bu süre zarfında birçok kurumun yanı sıra meclise giderek siyasi partileri de ziyaret etti. Fakat yapılan ziyarette verilen sözlerin tutulmadığı tutsak yakınları tarafından her eylemde altı çizilerek belirtiliyor.
 
Tüm bunların yanı sıra her ne kadar tutsak yakınları denilse de aslında tutsak annelerinin aylardır gece gündüz, kar kış, yağmur çamur demeden eylemlerini yaptığını görmek mümkün. Bu nöbeti yakından takip eden Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Diyarbakır Şubesi’nin Yönetim Kurulu üyesi avukat Suzan Akipa da tutsak annelerinin başlattığı direnişi anlattı. Suzan, tutsak annelerinin başlattığı direnişin diğer kentlere de yayıldığını ve cezaevlerindeki gerçekliği toplumla buluşturduklarını ifade etti.
 
‘Israr edilen bir annelik direnişi var’
 
Bir taraftan özgürlük taleplerini dile getirdikleri için cezaevlerinde on binlerce insanın olduğunu söyleyen Suzan, bunların içinde en acı olanının ise hasta tutsakların durumu olduğunu belirtti. Suzan, “Özellikle son birkaç yıldır cezaevlerinden ölüm haberleri geliyor. Ya da çok zor şartlar altında tahliye olduktan sonra yaşamını yitirenler oluyor. Aslında hasta tutsaklar bu haliyle ülke gündeminin kanayan yarası haline geldi. Diğer taraftan da bu yarayı iyileştirme ve acıyı dindirme iddiasında, gücünde, potansiyelinde olan anneler var. Anneler çocukları ve yakınları için özgürlük ve adalet talebini kamusal alanlarda dile getirirken salt bireysel bir zeminde bunu dile getirmiyorlar. Anneler adalet taleplerini dile getirirken doğuran doğan ilişkisi üzerinden değil biraz daha politik ve toplumsal zeminde dile getiriyorlar. Dolayısıyla hukuka aykırı olarak düşmanca politikalar özgürlüğü ve sağlığı elinden alınanların özgürlüğünde ve sağlığında ısrar eden bir annelik direnişi var” dedi.
 
‘Makul annelik modeline karşı olarak değerlendirilebilir’
 
“Belki öncelikle annelik direnişine değinmek gerekiyor” diyen Suzan, “Cumartesi Anneleri’nden Barış Anneleri’ne, sınır kapılarından cenazelerini almak isteyen annelerden büyükelçilikler önünde çocuklarının akıbetini soran annelere, Emine Şenyaşar’dan Bedriye Doku’ya ve son olarak adalet nöbetinde olan annelere kadar… Bu anneler iktidarcılığın, dinciliğin, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin, dayattığı makul annelik modeline karşı çıkış olarak değerlendirilebilir. Siyasal ve toplumsal alandan koparılmak istenen anneliği, eve hapsedilmek istenen anneliği ve sadece doğum olayına indirgenmiş bir annelik modeline karşı özgürlük ve adalet talebini kurumsal alana yayan; toplumsal alanla buluşturan bir annelik mücadelesi var. Tarihe bakıldığında da bunu böyle görürsünüz. Mesela çok eski ve hala yaşayan dinlerde kadınlık ve anneliğe ait olanın aynı zamanda özgürlüğü, barışı ve adaleti temsil ettiklerini görebiliyoruz. Kadim dinlerde kadın ve barış kavramlarının aynı anlama gelmesi veya özgürlük ve ana kavramlarının aynı anlama gelmesi bunun bir göstergesi olarak da nitelendirilebilir” sözlerine yer verdi.
 
‘Tarihsel mirastan güç alıyorlar’
 
Suzan, 21’inci yüzyılın 2022 yılında mücadele eden annelerin bu tarihsel mirastan ve kökten güç alarak adalet ve özgürlük taleplerini dile getirebildiklerini kaydetti. Suzan, anneliğin direniş formunun mücadeleci kimliğini anneliğin kadın olma halinin kendisi olduğunu dile getirerek, annelerin bugün siyaset ve politika yaptığını kaydetti. Suzan, “Bugün anneler makul, konforlu, ses etmediği takdirde eli öpülesi kadın rolünü reddediyor ve direniyor. Dolayısıyla bugün İstanbul, Van, Amed ve İzmir’de adliye binaları, ATK binaları ve cezaevleri idareleri önünde hasta olan tutsakları ve infazı yakılan tutsakları için sağlık ve özgürlük taleplerinin gerçekliğini yeniden toplumla buluşturarak bu yönlü bir hakikat oluşturuyorlar. Annelerin sorunun çözümü için esas yetkili olarak gösterdiği ATK’ye baktığımız zaman devletin bürokrasisi içerisine dahil ve tarafı olan bir kurum. Bu yönüyle baktığımız zaman tarafsız ve bilimsel davranamayacağı çok açıktır. Anneler ATK’lerin bağımsız olmasına dönük bir çağrıları var. Ya da hasta tutsakların tahliyeleri noktasında tek ve son merci olarak ATK’nın görünmemesi yönünde de bir talep var” şeklinde konuştu.
 
‘Hasta tutsaklar kapsam dışı bırakıldı’
 
Suzan ardından şu ifadelere yer verdi: “Geçtiğimiz iki yıl kadar önce kovid bahanesiyle hasta tutsakları kapsam dışı bırakan infaz düzenlemeleri yapıldı. Devlet yetkilileri tarafından onaylanarak ayrımcı ve eşitsiz uygulamalar resmi söylem olarak hukuk eliyle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu yönüyle hem hasta tutsakların anneleri hem de bu yönlü talepleri olan herkesin bu eşitsizliğe ve düşmanca uygulamalara son verilmesi gerektiğine dair bir çağrıları da var. Bütün bu uygulamalar sonucunda evrensel hukuk ilkelerinin hiçe sayıldığı ve bir türlü uygulanamayıp rafa kaldırılan iç hukukun yasaların ve anayasaların hiçe sayıldığı uygulamalar sonucu her gün cezaevlerinde ölümler yaşanıyor. Artık cezaevlerinden cenazeler çıksın istemiyoruz. Gibi çok acil ve can yakıcı bir yerden söz üreten annelerin bu toplumsal taleplerini bir an önce bütün kamuoyu tarafından duyulması gerekiyor. Bizler de hukukçular olarak herkesin sahip çıkması gerektiği kanısındayız.”